Muhammed Ali tarihin en büyük maçını nasıl kazandığını anlatıyor: ‘Gerçekten yaşanacakları planlamamıştım’

Muhammad Ali: His Life and Times adlı çoksatar biyografinin yazarı Thomas Hauser, The Guardian için yazıya döktüğü yazısında ödüllü kitabın yazım sürecini hatırlıyor ve filmi 1989’da bir akşamüstüne geri sarıyor. “Yanımda Muhammed Ali ile salonumdaki kanepede oturmuş The Rumble in the Jungle’ın kasetini seyrediyorduk. Sonunda Muhammad Ali: His Life and Times olacak kitabın üstünde çalışıyordum. Bir yıl süresince Ali ve ben her maçının kasetlerini beraber izledik. Vakit gülünç oyunlar oynuyor. Ali vs George Foreman, 1989’daki o akşamüstünden fazlaca uzun süre ilkin tarih olmuş gibiydi. Peki ya şimdi ne oldu?..”

Bu Çarşamba doğrusu 30 Ekim, Ali-Foreman’ın 50. yıldönümü… Dünyada hayalleri alt üst eden, rüyalara giren başka spor etkinlikleri de oldu. Sadece tarihte hiçbir yarışma, 30 Ekim 1974’te Zaire’nin (şimdi Demokratik Kongo Cumhuriyeti) başkenti Kinşasa’da Ali’nin kazanılmış olduğu zafer kadar küresel bir sevince yol açmadı. Bu, tacı elinden alınmış yakışıklı bir prensin, hak etmiş olduğu şeyi geri almak için zorluklara karşı verdiği mücadelenin klasikleşmiş hikayesiydi. O geceyi bir çerçeveye oturtalım…

Ali mükemmel bir dövüşçüydü ve sanatçı edasıyla, zerafetiyle muhtemelen gelmiş geçmiş “en güzel” dövüş makinesiydi. Sonny Liston’a karşı kazanılmış olduğu zaferler efsaneviydi. Bu zaferlerden derhal sonraki iki yılda, oldukça iyi dövüşçülerden oluşan bir ağır sıklet jenerasyonuna hükmetti ve nadiren raunt yitirdi.

Fakat Ali bir dövüşçüden fazlasıydı. Terminolojiyi yakın tutmak gerekirse o bir savaşçıydı. Dünyanın dört bir tarafındaki ezilen insanoğlu için ümit ışığı oldu. Aynaya ve kameralara bakıp “Oldukça güzelim” söylediği süre, birçok renkli insanoğlunun beyaz olmanın “daha iyi” bulunduğunu düşündüğü bir zamandı. “Siyah güzeldir” diyordu. Vietnam’daki savaşın en yoğun olduğu dönemde ABD ordusuna katılmayı reddettiğinde savaşın yanlış olduğu ilkesini savunuyordu.

Muhammed Ali’nin Nisan 1967’de Vietnam’da savaşan ABD ordusuna katılmayı reddetmesi bir tek ABD’de değil dünyanın dört bir yanında büyük bir şok tesiri yaratmıştı. Fotoğraf: Getty

‘Tek kişilik bir evren’

Ali’nin 60’larda toplumda yarattığı şok dalgalarını idrak etmek, o yılları yaşayıp her günü ayrı ayrı deneyimlemedikçe fazlaca zor. Spor yazarı Dave Kindred seneler sonrasında, “Ali’nin orijinal bulunduğunu söylemek gerçeği küçümsemektir. O tek kişilik bir evrendi. O ilk, son ve tekti. Ne yaptıysa yapmış oldu. Bunu yalnızca o yapabilirdi” kelimeleriyle onun biricikliğini anlatacaktı.

Sadece 60’lar ilerledikçe, Ali’nin kontrolü dışındaki güçler karşısında durmaya başladı. Orduya katılmayı reddettiği için suçlandı, yargılandı, mahkum edildi ve beş yıl hapis cezasıyla karşı karşıya kaldı. Ünvanları elinden alındı ve üç yıldan fazla bir süre dövüşmesi engellendi. Ali’nin savunduğu her şeyle alay eden Richard Nixon başkan oldu. Sonunda ringe dönmesine izin verildiğinde Ali’nin bacakları artık genç değildi. Joe Frazier’a ve peşinden Ken Norton’a yenildi.

Düzgüsel şartlarda 25 Eylül 1974’te gerçekleşmesi planlanan yarışma, George Foreman’ın antrenmanda yaşamış olduğu bir sakatlık sebebiyle 30 Ekim’e ertelendi.

Bu yenilgilerin öcünü aldı sadece o zamana kadar yeni bir kral tahta çıkmıştı bile. George Foreman o güne kadar ustalaşmış kariyerinde çıkmış olduğu 40 maçın tamamını kazanmış bunların 37’sinde zafere nakavtla ulaşmıştı. Son sekiz maçı ise ilk ya da ikinci rauntta sona ermişti. Bu maçlardaki kurbanları içinde Frazier ve Norton da vardı. Ali’nin tırmanması ihtiyaç duyulan dağ buydu.

Thomas Hauser, “Foreman, ‘Rakiplerim kaybetmekten kaygı etmiyor. Yaralanmaktan kaygı ediyorlar’ diye övünüyordu” şeklinde hatırlıyor. Bu görüşü The New York Times’tan Dave Anderson da destekliyordu. Hatta şunları yazmıştı:

George Foreman, ağır sıklet tarihindeki en sert yumruğa haiz olabilir. Ali, Foreman’ın balyoz gücünden bir ihtimal birkaç raunt süresince kaçabilir sadece 15 raunt süresince kaçamaz. Şampiyon, er ya da geç balyoz yumruklarından birini indirecek ve yargıcı Muhammed Ali için ilk kez sayacak. Bu ilk rauntta bile olabilir.

Kinşasa’ya bu şekilde bir atmosferde gidiliyordu. Peki ya organizasyon? Efsanevi organizatör Don King, maçı Afrika’nın göbeğinde yapma fikriyle gelirken Zaire’nin 1971’den 1997’ye kadar yargı devam eden ilk ve tek devlet başkanı Mobutu Sese Seko da organizasyonun ülkesinde yapılmasını kabul etmişti. Maçtan ilkin Zaire 74 isminde üç gün devam eden bir müzik festivali gerçekleşecekti.

James Brown, Celia Cruz and the Fania All-Stars, B.B. King, Miriam Makeba, The Spinners, Bill Withers, The Crusaders ve Manu Dibango festivalde sahne alacaktı. Festival tam vaktinde 22-24 Eylül’de gerçekleşse de maç, Foreman’ın sakatlığı sebebiyle 1 ay ileri ertelendi.

Yargıcı ise Zack Clayton’dı. Öte taraftan Türkiye’de TRT’nin yayınladığı maçı bilhassa boks anlatımlarıyla efsaneleşen Orhan Ayhan sunmuştu.

Daha şafak bile sökmeden…

Gelelim dövüşe… ABD’deki seyirciler maçı akşam doğrusu prime time’da izleyebilsin diye yarışma mahalli saatle sabah 04.30’da başladı. 20 Mayıs Stadyumu’nu (Stade du 20 Mai) dolduran 60 bin seyirci, maçtan fazlaca fazlaca ilkin Zaire halkının ve hatta tüm Afrika’nın gönlünü kazanmış Ali’yi destekliyordu. Tribünlerden “Ali boma ye!” sesleri yükseliyordu hatta Ali de ringdeki hazırlığında bu tezahürata katılıyordu. “Ali boma ye” ne mi demek? “Ali öldür onu!”

Muhammed Ali müsabakadan ilkin tribünlerden yankılanan “Ali boma ye!” (Ali öldür onu!) tezahüratlarına bu şekilde birlikte rol alıyordu. Fotoğraf: Getty

Thomas Hauser, “Ali, Foreman ile Las Vegas’ta yada New York’ta dövüşseydi, o gecenin gizemi ve Ali efsanesi aynı olmazdı” diyor. Haklı da… Foreman açık ara favoriydi. İlk raundu başlatan zil duyulduğunda geceye yıldız tozu dokunduğu belli olmuştu.

Tüm bilinenlerin aksine…

Birinci rauntta Ali, Foreman’ı uzun mesafeden kontrol etmeye çalışıyordu. Sonrasında, ikinci raundun 30. saniyesinde iplere yaslandı. Geleneksel informasyon, boksun en korkulu yumruğuna karşı olmak isteyeceğiniz son yerin ipler bulunduğunu söyler. Ali’nin köşesi de çıkması için ona bağırıyordu. Sadece o yerinde kalıyor, müdafa pozisyonundan dövüşmeyi tercih ediyordu, bazı yumrukları bloke ediyor, bazılarından kaçınmak için iplere yaslanıyor ve gelen balyoz darbelerini sönümlemeye çalışıyordu. Sonraki altı raunt süresince bu şekilde dövüştü.

(Bu taktik rope-a-dope olarak biliniyor. Oldukça büyük seviyede Ali’yle özdeşleştirilen bu taktiği meşhur eden maç da bu maçtı. Bu prensibe nazaran müdafa pozisyonundaki boksör iplere yaslanır, kaçınıp zararsız yumruklar alarak rakibi yormayı hedefler ve kontra yumruklar arar. Bu doğal olarak ki başarıyla uygulaması fazlaca fazlaca zor bir taktik. Sürat, kıvraklık ve kondisyon kadar sağlam bir çene de gerektiriyor.)

Bu bölümde Ali bir tek yumruk yemedi doğal ki. Etkili yumruklar atmayı da başardı. Hatta ilk dört raundun üçünü o kazanmıştır. Beşinci rauntta Foreman, Ali’nin vücuduna şiddetli sağ yumruklar indirmeye başladı. Ali bitkin görünüyordu. Beklenen son yaklaşıyor gibiydi fakat raundun sonunda toparlandı; oldukça sıkıntılı altıncı ve yedinci rauntları atlatırken, sekizinci raundun başlangıcında Foreman’a “Şimdi sıra bende” dedi.

Muhammed Ali, Hauser’le maçı izlerken “O gece olanları hakikaten planlamamıştım” diyordu. Ali maçı ve taktiğini şu şekilde konu alıyor:



Fakat bir dövüşçü ringe çıktığında, karşılaşmış olduğu koşullara uyum sağlaması gerekir. George’a karşı ring yavaşlardı. Tüm gece dans etsem bacaklarım yorulurdu. Ve George beni fazlaca yakından takip ediyor, ringi kapatıyordu. İlk rauntta, uzak durmaya onun beni kovalarken harcadığından daha çok enerji harcadım. Daha 14 raunt vardı ve olması gerekenden daha çok yorulmuştum. Dans etmeye devam edemeyeceğimi biliyordum şu sebeple dövüşün ortasında hakikaten yorulurdum ve George da beni yakalardı.

Bu yüzden rauntlar içinde, yorulduğumda antrenmanda yaptığım şeyi halletmeye karar verdim. Archie Moore’un yapmış olduğu bir şeydi bu. Genç rakiplerinin yumruk sallamasına izin verir ve her şeyi bir bilim insanı ciddiyetiyle engellerdi! Sonrasında, yorulduklarında da Archie saldırırdı. Bunu hepimiz yapması imkansız. Oldukça fazla beceri gerektirir. Fakat dövüşün başlarında dinç olduğumda iplerden George’u indirebileceğimi düşündüm. ‘Oldukça sert vurursa, yeniden dans etmeye başlarım’ diyordum.

Dolayısıyla ikinci rauntta George’a istediğini düşündüğü şeyi verdim. Sert vuruyordu. Birkaç kez beni kötü sarstı, bilhassa sağıyla… Fakat blokladım ve attığı yumrukların çoğundan kaçtım. Ve her rauntta yumrukları daha da yavaşlıyor ve isabet ettiğinde daha azca acıtıyordu. Sonrasında onunla konuşmaya başladım. ‘Daha sert vur! Bana bir şey göster, George. Bu acıtmıyor. Kötü bir boksör bulunduğunu sanıyordum.’

Ve George tuzağa düşmüştü. İplerin üstündeki bendim fakat tuzağa o düşmüştü şu sebeple bilmiş olduğu tek şey saldırmaktı. Altıncı rauntta artık yorulduğunu biliyordum. Yumrukları eskisi kadar sert değildi. Ve George’un dövüş şekli, kafasını hareket ettirmeden tek seferde bir yumruk atmak şeklinde olduğundan kontra yumruklarla vurmak kolaylaşıyordu.



Hauser hemen sonra Foreman’la konuştuğunda ondan da benzer şeyler dinlemişti:



Dövüşten ilkin onu kolayca nakavt edebileceğimi düşünüyordum. İlk raunt ya da ikinci raunt… Oldukça özgüvenliydim. Ve dövüş hakkında aklımdaki tek şey, çıkıp Ali’nin vücuduna şimdiye kadar hiçbir rakibime vurmadığım kadar sert vurmaktı. Dünyada başka herhangi biri yıkılırdı. Ali de yüzünü buruşturuyordu. Canının acıdığını görebiliyordum. Sonrasında bana baktı. Gözlerinde, ‘Bana zarar vermene izin vermeyeceğim’ der benzer biçimde bir bakış vardı. Dürüst olmak gerekirse, dövüş hakkında hatırladığım en mühim şey bu.

Öteki her şey fazlaca acele oldu. Tükenmiştim. Muhammed Ali benimle konuşmaya başladı. Angelo’nun köşeden ‘Ali o aptalla oynama’ diye bağırdığını hatırlıyorum. Fakat o oynamaya devam etti. Sonrasında buna ‘rope-a-dope’ adını verdi ve işe yaradı.

Görüyorsunuz, Ali’nin antenleri büyük yumrukları görebilmesi için yapılmıştı! Haiz olduğum yoldam, boyum ve büyük yumruklar atma eğilimimle -ne kadar sert vurursam vurayım, Ali her yumruğa hazırlanma, onu atlatma ve bir sonrakini bekleme içgüdüsüne sahipti. Saldırgan taraf bendim. Buna asla kuşku yoktu. En fazlaca yumruğu ben atıyordum. Fakat bir halde kaybettiğimi biliyordum. Hatta dövüş esnasında ‘Yahu bu adam biri ona satın aldı diye altın kemer sahibi olmadı ki o fazlaca iyi bir dövüşçü’ diye düşündüğümü hatırlıyorum.



Maçın sonu ise sekizinci rauntta geldi. Ali, Hauser’e şu şekilde bir tehlikeli sonuç detaydan da söz ediyor ve “Onu nakavt ettiğim yumruk eğer ilk rauntta isabet etseydi, ayağa kalkardı. Fakat ona vurduğum süre o denli bitkin düşmüştü ki kendini yukarı çekmek ona fazlaca fazla gelmişti” yorumunu yapıyordu.

İplere yaslanıp Foreman’ı maç süresince yoran Ali, sekizinci rauntta rakibini nakavt etti. Fotoğraf: Getty

Sonny Liston’ı yenmesinin üstünden 10, unvanı elinden alınmasının üstünden ise 7 yıl geçtikten sonrasında Ali, dünya ağır sıklet şampiyonluğunu (WBA, WBC ve The Ring kemerlerini) geri almıştı.

Ali, “Bunun benim için ne anlama geldiğini asla bilemeyeceksiniz. Şampiyonluğumu geri kazandım ya her gün hususi bir gündü. Sabah uyanıyorum ve hava iyi mi olursa olsun benim için her gün güneşli bigün” diyordu.

Foreman ise elbet maçtan sonrasını daha değişik yaşayacaktı. George seneler sonrasında samimi bir halde “Bu şekilde bir kayıptan sonrasında yas tutma süreci vardır” itirafında bulunacaktı:

“Dünya ağır sıklet boks şampiyonuysanız, bir tek bir dövüşü yitirmiş benzer biçimde olmazsınız. Kendinizden bir parça yitirmiş olmuş olursunuz. Bigün ilkin, havaalanından geçiyor, Afrika’ya gidiyorsunuz ve hepimiz sizden korkuyor. Bigün sonrasında Afrika’dan döndüğünüzde sırtınızı sıvazlıyorlar. ‘Her şey yolunda. İyi olacaksın’ diyorlar. Övgüden acımaya… Hayatımda asla bu kadar yıkılmamıştım.”

Fakat aralarında bir bağ da oluşmuştu. Ali öldükten sonrasında George, kendisi ve Ali’nin emeklilik yıllarında birer yaşlanmış olduklarında yaptıkları telefon görüşmelerini hatırlıyordu. Bu konuşmaların bir çok inanç üzerineydi.

‘Bir şükran duygusu…’

“İyinin iyi, kötünün fena olduğu mevzusunda anlaşmıştık” diye anımsıyor George. “Ve bir çok insan, dinleri ne olursa olsun yada belirli bir dini takip etmeseler bile aradaki farkı bilir. Onun sesini duyduğumda, bana daima mutluluk verirdi. Aramızda inançlarımızdan daha büyük bir şey varmış benzer biçimde görünüyordu -birbirimizi sevmemize ve hasret duymamıza, birbirimize haiz olmamıza dair bir şükran duygusu” diyen efsanevi boksör, Zaire’ye dönerek baktığında ise artık “Sanırım onun bu zafere benden fazlaca daha çok ihtiyacı vardı” diyor. Ali de aynı fikirde:

“Boksör olarak en iyi olduğum süre Cleveland Williams’a karşı olan dövüşümdü. Hayranlarım için en iyi dövüş Manila’da Joe Frazier’e karşı olandı. Sadece benim için en fazlaca anlam ifade eden dövüş, George Foreman’ı yenerek yeniden dünya şampiyonluğunu kazandığım dövüştü. Birçok insan yanıma gelip George Foreman’ı yendiğimde nerede olduklarını hatırladıklarını söylüyor. Ben de nerede olduğumu hatırlıyorum!”


Kaynak: The Guardian / Metin Aktaşoğlu tarafınca yerelleştirildi

(Toplam: 2, Bugün: 1 )

Site Footer