Kemal Özer – Türk Dili ve Edebiyatı

Kemal Özer (d. 1935, İstanbul – ö. 30 Haziran 2009, İstanbul) Ozan, Yazar.

Kemal Özer

Kemal Özer, 1935 senesinde İstanbul’da dünyaya geldi; 30 Haziran 2009 tarihinde (74 yaşlarında) İstanbul’da vefat etti. Babası Devlet Demir Yollarında tren sürücüsüydü. İstanbul Adam Lisesi’nde orta öğrenimini tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tahsil gördü. Tahsil yıllarında dostlarıyla beraber “a Dergisi”ni (1956-1960) çıkardı.

Cumhuriyet gazetesinde (1960-81), Karacan Yayınları’nda (1981-1982) çalıştı. Kitapçılık ve yayıncılık yapmış olduğu 1965-1970 içinde, şiir ve beyaz perde alanında kitapların yanısıra “Şiir Sanatı” (1966-68) dergisini yayınladı.

1972’de dostlarıyla tekrardan yayınladıkları “Yeni a Dergisi”nin kurucu ve yazarları içinde yer aldı. “Varlık” dergisinin yönetmenliğini üstlendi (1983-90).

Türkiye Yazarlar Sendikası’nın ikinci başkanlık görevinde bulunmuş oldu (1999-2000). Kendi kurduğu Yordam Yayınevi’nde kitaplarını yayınlamayı 1989’dan beri sürdürüyor.

İlk üç şiir kitabıyla İkinci Yeni hareketinin içinde yer aldıktan sonrasında, dünyaya yeni bir bakış ve ona bağlı olarak yeni bir sanat anlayışıyla yazdığı şiirler çeşitli yankılara niçin oldu.

Toplumcu gerçekçi diye nitelenebilecek bu zamanda, toplumsal ve siyasal vakalara, insanların bu vakalar karşısında tepkilerine, duygu ve düşüncelerine tanıklık etmeyi amaçladığı görüldü. Bilhassa 1970-1980 içinde yayınladığı 4 kitapta ağır basan bu eğilim, genel tutum değişmemekle beraber yeni boyutlar kazanıp yeni ilgi alanlarına yayıldı.

“Araya Giren Görüntüler”de 12 Eylül’ün ruhsal tanıklığı ve sorgulaması, “Sınırlamıyor Beni Sevda”da sevdaya getirilen toplumsal yorum, “Bir Adı Gurbet”te baskılara uğrayan, acı çektirilen insanların yazgısı vesilesiyle kimlik problemi, “Oğulları Öldürülen Analar”da senelerdir yitirilen oğullar vesilesiyle analara yaşatılanların toplumda oluşturduğu birikim, “Onların Sesleriyle Bir Kez Daha”da yoğun bir yasakçı devrin arkasından emekçilerin tekrardan konuşmalarına tanıklık yer aldı.

Kemal Özer’in Eserleri

Şiir Kitapları:

  • Gül Yordamı (1959)
  • Ölü Bir Yaz (1960)
  • Esir Kan (1963)
  • Kavganın Yüreği (1973)
  • Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974)
  • Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (1975)
  • Geceye Karşı Açıklanmıştır (1978)
  • Kimlikleriniz Lütfen (1981)
  • Araya Giren Görüntüler (1983)
  • Sınırlamıyor Beni Sevda (1985)
  • İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle (1990)
  • Bir Adı Gurbet (1993)
  • Oğulları Öldürülen Analar (1995)
  • Onların Sesleriyle Bir Kez Daha (1999)
  • Sevdalı Buluşma (2005)
  • Temmuz İçin Yaralı Semah (2008)

Toplu Basım Şiirler:

  • Modern ve Boyun Eğmeyen (1985)
  • XX. Yüzyıldan Duvar Kabartmaları 1-2 (2000)
  • Yaralı Karanfil (2009)

Öykü:

Tecrübe etme:

  • Ümit Edebiyatı Yedi Canlıdır (1992)
  • Acı Şölen (1992)
  • Gün Olur Söze Yazılır (1992)
  • Yaşadığımız Günlerin Yazıları (1996)
  • “Benim Ellerimi Al, Benim Gözlerimi Kullan” (1999)
  • Bendeki Görüntüler (2000)
  • Şiiri Sorgulayan Yazılar (2000)

Anı:

  • İkinci Yeni’den Toplumcu Şiire (1999)

Seyahat

  • Güldeki Şafak (1979)
  • Düşmanı Kardeş Yapmak (1994)

Günlük:

  • Şahit Günler 1 (1993)
  • Şahit Günler 2 (1994)
  • Gölgeden Güneşe ( 1999)

Çocuk Kitapları:

  • Nasrettin Hoca (1975)
  • Dinlence Köyünün Evlatları (1981)
  • Trenler Ne Güzeldir (1983)
  • Dünya Onlarla Daha Güzel (1992)
  • Şiirlerle Ezop Masalları (1993)
  • Çiçek Dürbünü (1994)
  • Şiirlerle Andersen Masalları (1995)
  • Sinemayı Seven Çocuk (1997)
  • Sorulardan Bir Gökkuşağı (1999)
  • Güneş Arkasına Baktı (2000)

Derleme:

  • Soruların Gündeminde (1995)
  • Oradaydım Diyebilmek (1995)
  • Eleştirilerin Gündeminde (1999)
  • Sanatçılarla Yazışmalar 1 (1999)
  • 45. Sanat Senesinde (2000)

Söyleşi:

  • Sanatçılarla Konuşmalar (1979)

Seçki:

  • Şiirlerle İstanbul (1992)
  • 100 Şiir (1995)
  • Dünden Bugüne Türk Şiiri (Asım Bezirci’yle, 2002)

Çeviiri Şiir:

  • Haydut Otu (Lubomir Levçev’ten Fahri Erdinç’le, 1979)
  • Benimdir Bu Dünya (Georgi Cagarov’tan Fahri Erdinç’le, 1982)
  • Kurşun Asker (Lubomir Levçev’ten Fahri Erdinç’le, 1984)
  • Temiz Yürekle (Attila Jozsef’ten Edit Tasnadi’yle, 1986)
  • Dönemin Sözü (Nicolae Dragoş’tan Erem Melike Roman’la, 1989)
  • Zambak ve Gölge (Federico Garcia Lorca’dan Gülşah Özer’le, 1990)
  • Sevdiğime Seslenir Şeklinde (Pablo Neruda’dan Sibel Özbudun’la, 1992)
  • Suskun Sesler (Romen hanım ozanlardan Ergin Koparan’la, 1992)
  • Kuşlar Havalanıyor Yüreğimden (Sara Mathai Stinus’tan Gülşah Özer’le, 1997)
  • Köpüklenen Gök (Miklos Radnoti’den Edit Tasnadi’yle, 1997)
  • Granit Destanı (Lıçezar Elenkov’tan Ömer Çandır’la, 1997)
  • Bir Yıldızdı Taşıdığım (Lubomir Levçev’ten Gülşah Özer’le, 1999)

Ödülleri:

  • 1976 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü: “Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya” ile
  • 1982 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü: “Kimlikleriniz Lütfen” ile
  • 1991 Yunus Nadi Şiir Ödülü: “İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle” ile
  • 1993 Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü: “Bir Adı Gurbet” ile
  • 1999 Damar Dergisi Edebiyat Emek Ödülü
  • 2000 Truva Kültür ve Sanat Ödülü
  • 2001 Dionysos Şiir Ödülü

Kemal Özer’in Şiirlerinden Örnekler

ÜZGÜNÜM AMA ÖVÜNÜYORUM

Üzgünüm Fakat Övünüyorum

AĞIT

annem mi bir karı
geciken bir karı gece yatısına
ölüm kendini göstereli babamın saçlarından
günübirlik bir karı
üsküdar’la istanbul içinde

babamdı sakalıydı babamın
bir akşam göle batırdı
çıkmamak suretiyle tekrar
hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının

akşam bir attır tüm ülkelerde
serin esmer bir attır
terkisine evlatların binmiş olduğu

KIRALIN ADAMLARI

siz bir kıraldınız iyi mi hatırlamam
koyacak yer bulamayan ellerine
adamlarının sırtından başka
kıraldınız olmasın mı o denli da

deniz sizindi düşüp düşüp sarılmalar denizi
ay durduğunda gecenin bir yanına
saçlar varmak üzereyken diğeri saçlara
sizindi yan yana uyumak gecesi

kan ise yiğittir tüm bilinenlerden
el ile koymuş benzer biçimde yanına vardığınız
iyi mi hatırlamam siz bir kıraldınız
adamlar aktı şehrin çeşmelerinden

LEYLÂ

taşlığına uzanmış zayıf terliklerinin leylâ
ay benzer biçimde leylâ benzer biçimde ay benzer biçimde leylâ
arkası budala memeleri orta budala
kimsenin hiç kimseye git demediği leylâ
inmiş yukardan kirlenmiş ağızları yangında
yeninin yeni olan gözlerine sokulgan
ayakları adımlı saçları taşkın sokulgan
vardıkça leylâ soğuklara seğirten adamlar
her biri bir başka günle karşı duvarda
gözlerine kadar bitkin adamlar
gözleri ne kadar bitkin adamlar

ARARKEN

Uçsuz bucaksız bir gömütlükteyim
gömütünü arıyorum Attila Jozsef’in,
yakıcı bir nefes geziniyor alnımda
– seneler var ki unutmuş değilim –
ilk okuduğumda şiirlerini
karşı karşıya gelmiştim uygar bir yazgıyla,
yaralı bir kıvılcım gibiydi
dağlıyordu okuyanın etini.

Uçsuz bucaksız bir gömütlükteyim
gömütünü arıyorum Attila Jozsef’in,
kime sorsam başka bir yeri gösteriyor
– karanfili tamamlanmamış edilmemiş başucundan –
başka bir Attila Jozsef’i var
demek ki önüme çıkan her insanın.
aynı adla anılıyor demek ki her yürekte
bıraktığı titreşim uygar bir kederin.

BİR ENGEL ÇIKINCA

Yokuş aşağı koştunuz mu asla?
Durdunuz mu asla
bir engel çıkınca
aniden?

Bileceksiniz öyleyse…

Bir başdönmesi alır
kesilen hızın yerini
ve bacaklarınızda gelen rüzgâr
sizden ilkin aşar engeli.

BİR GELGİTİN İKİ UCUNDA

Kimi sabahlar işe giderken
ikiye bölüyor
yirmi dakikalık yolculuğu
denizin ortasında karşılaştığımız
yabancı bayraklı bir vapur

Bulutlardan sıyrılmış bir demet ışığın
daha da irileştiği gemide
göz göze geliyoruz kimi sabahlar
küpeştede bakan biriyle
kısacık bir an

Günlük kaygıların iğdiş etmiş olduğu
uygar bir kentli görüyor bana bakınca
benim gözümde ise o
kanat açan bir düş yeni kıyılara doğru
buluşuyoruz bir gelgitin iki ucunda

HER SOLUK ALIŞTA

Kaldırın bugün
ne kadar engel var ise
güneşle aranızda,
elinizin değdiği her şey
sema koksun

Türkülerle doldurun göğsünüzü
açılın kırlara çiçekler devşirin
kolan vurun ağaçtan ağaca
her nefes alışta duysanız bile
o zonklayan hüznü

Bugün ilkyazın ilk günü

ŞİMDİ NERDEYSE

Bu şekilde değildi bu kentte
sokaklar, şarkılar ve insanoğlu.
Yürüyüp giderdik beraber
bir heyecanı paylaşarak.
Bir gergefe girip çıkan
iğneler benzer biçimde ayaklarımız
işlerdi yürüdüğümüz yollara
coşkulu saatlerin nakışını.

Alınlarımıza biriken güneş
şimdi nerdeyse soğuyacak.

BİLDİRİ

Yürüdüğün zaman seninle beraber yürüsün diye kentler-
deki daracık sokaklar,
geniş alanlarına çıksın diye alın terinin,
yürüdüğün zaman değişsin diye dünya
ve yaşam mutlu bir türkü olsun diye

dağlarda tek tek yakılan bu ateşler.

ÖRTEMEZ GELECEK GÜNLERİ

Üretmeyenler yaşamı ve rüzgârı göğünden, denizi ba-
lığından esirgeyenler
kökleri toprakta değildir onların. Sudan ve havadan
uzağa sürdükçe bir kâğıt kadar boş ve beyazdırlar. Ve bir
çanak parçası kadar eklenmesi olanaksız diğer parçaları-
na. Tabiat durur ve ilerlemez zira damarlarında.
Iyi mi kabuk tutmazsa işleyen yarayı, kilden ve cansız
çakıllardan kentleri iyi mi yıkıp geçerse zelzele, pul pul dö-
külecektir onlar da, gelecek günlerin üstünden.

ALKIŞLARLA YÜRÜMENİN ŞARKISI

Iltifatlar, yürüyoruz, alkışlarla yürüyoruz
suskunluğa yenilmemiş ellerin çığlığıyla
her avuçta bir kanat, konup kalkan bir kanat
– çözülmesi bir düğümün, boşanması bir zincirin –
yürüyoruz sokakları çarparak sokaklara
çarparak, çınlatarak alanlarını kentlerin

Iltifatlar bir güneşi katıyor alkışlara
– parmaklarımız yansa da o güneşi her ilmik
alev alev taşımıştı dokuduğumuz kumaşa,
harcını o karmıştı ördüğümüz duvarın –
temenniler, yürüyoruz, her adımda bir şafağın
kabuklarını çatlatarak, çıkarak yeni bir sabaha

Çıkarak çıkararak eylemin kozasından
bunca senedir kanımızda uğuldayan coşkuyu
yürüyoruz bugünden yarına alkışlarla
birimizin göğsünde hepimizin soluğu
her alkış bir seyahat emeğin özgürlüğüne
yürüyoruz alkışları alkışlarla çoğaltarak

BİR YÜRÜYÜŞÜN SONUNDA ŞARKI

Sema ilk kez benim, zira yukarıya
kaldırınca parmağımı değecek kadar yakın

Deniz benim, ilk kez benim, sularını ayaklarımla
köpürtecek, sesini dolduracak kadar avuçlarıma

Rüzgâr ilk kez, sözcükler ilk kez benim, yelelerine
tutunup da uçacak kadar, uçuracak kadar yüreğimi

Bir yürüyüşün sonunda uç veren kanatlarla
acıyı silebilirim, yazıldıkça alnına evlatların

Bir adımda geçebilirim kentin ıssızlığından
göğün, rüzgârın, denizin coşkulu kalabalığına

İlk kez benim, ilk kez soluğunu elimde
bir bayrak benzer biçimde tutuyorum,
tekrar bırakmamak suretiyle

YÜRÜDÜKÇE ÖĞRENMENİN ŞARKISI

Yürüdükçe öğreniyorum ayaklarımızın da konuştuğunu
yürüdükçe sorular sorduğunu, yankılar bıraktığını ardında
öğreniyorum gök ne uçsuz bucaksız,
ne görünmüş olduğu kadar mavi
bulut değil rüzgârın taşımış olduğu bir tek,
vakti gösteren saat değil
yürüdükçe öğreniyorum, kendiliğinden ışımıyor sabah bile

Söylendiği yerde kalmıyor söz, durmadan aşama kaydediyor alevi
– içinde bir yürek var ise bir sözün,
içinde bir alev var ise yüreğin –
bir alan bir başka alanın, bir şehir bir başka kentin
yürüdükçe katıyor sınırlarına kendi sabırsız genişliğini

Yürüdükçe öğreniyorum, elimize neyi alırsak alalım
– bir somun parçası, aşınmış bir çift ayakkabı, bir bayrak –
yeni bir dili konuşuyor tutup kaldırdıkça havaya
öğreniyorum bir kıvılcıma yol verdiğini parmaklarımızın
neyi tutarsak tutalım ellerimizin her biri bir şalter

OZANIN GÖZÜ

Ne süre titreşen minik bir alev görsem
anımsarım Devrim Müzesi’ni Sofya’nın,
Sofya’da Devrim Müzesi’nde
bakmaktadır bir camın arkasından
Leo Milev’in gözü dünyaya.
Koskoca bir zamanı aydınlatır
o gözdeki küçücük alev,
titreşip durmuştur senelerce
bir çukurun dibinde
ha söndü ha sönecek.
Görürüm yenik düşenleri aydınlığa,
görürüm boğmak isteyen
kanlı elleri kıyıcıların,
ve sırtımı ürpertir
bir alevin direnmesi
senelerce toprak altında.

İşte ozan
–sökmüş ve sökecek tüm şafakların habercisi-
bakmış olduğu zaman senelerce uzaktan
–boynu ipte
ve yanıbaşında cellât
ve dudaklarında “eylül mayısa dönüşecek” dizesi-
bakmış olduğu zaman gözlerimize
yansıtmaktadır o alevi.

Ozan öldürülse bile
öldürülemez zira tanıklığı
maddenin ışığıdır zira
ozanın gözü evrende.

BİR ALEV GİBİ

Bir alev benzer biçimde ozanın karısı.
Nereye yürüse onunla karşılaşıyor,
onun tuttuğu aynada görüyor ozan
ilerde şiire dönüşecek ilk ipuçlarını.

Bir alev benzer biçimde ozanın karısı.
Kaşlarının birbirine değecek kadar
yakın olması ve değmeden kalması,
omuzlara doğru akacak olması
ve durması saçlarının ensede öylece
duyumsatıyor ozana durmadan
bakmış olduğu zamanki başdönmesini
bir uçurumun kıyısından.

Devamlı açık kitabından gözlerinin
okumuş olduğu satırlarla eğitti yüreğini,
devamlı dönüştüren ellerinden öğrendi
ne zaman bir işe sarıldıysa
netice alana kadar direnmeyi.

Bir armağan. Güneşli günlerin
solduramadığı bir alev, söndüremediği
en başa çıkılmaz fırtınanın bile.

Ufak bir alev. Duyarlı ve titreşimli.

BİR İNSAN, BİR DÜŞ

Metropoller tanıdım, yaprakları
her sabah cadde cadde oluşturulan
aydınlık bir çiçeğe benzer.
Metropoller tanıdım, diz çökmüş
kendini seyretmek için bir ırmakta,
yüzü hâlâ yanar durur
başına gelenlerin utancıyla.

İnsanlar tanıdım, birbirlerine
sırt dönecek kadar ilgisiz,
aynı dertleri paylaşsalar bile.
İnsanlar tanıdım, yaşam boyu
kafi gelecek kadar sevecenlik dolu
tekrar karşılaşmayacağı birine.

Ve tanıyana dek Madam Ella´yı
bilmezdim bir insanoğlunun
yüzünde bir kenti taşıyacağını.
Uzaktık karşılaştığımızda
ikimiz de yaşadığımız ülkeden,
kalabalığı içinde bir toplantının.

Ilkin gözlerini tanıdım,
öylesine yumuşak ve kederli.
Senelerdir dağılmayan bir sis
dağılmaya başlamıştı sanki,
tekrardan görüyordu karşısında
senelerdir görmediği birini.

Sonrasında sesini tanıdım,
alabildiğine ürkek ve acıklı.
Türkçe sözcükler iki yanında
iki örgü saç gibiydi yüzünün
özenle saklamıştı okul çantasında
ve söylerken onları yedi yaşındaydı.

Yedi yaşındaydı elli yıl ilkin
bırakıp giderken İstanbul´u.
O günkü benzer biçimde duruyordu belleğinde
düşmanlığı barındırmayan mahalle,
birbiriyle yardımlaşan komşular,
Anadoluhisarı´ndaki çocukluğu.

Anladım ki yüzüme bakarken
beni değil İstanbul´u görmüştü.
Madam Ella için İstanbul
anladım ki yıkılmayan bir düştü,
özlemiydi kardeşçe hayata devam etmenin.
Bu kanlı, bu kıyıcı, bu haksız dünya
elinden alamamıştı bir türlü.

SENİ ANMAKLA ARTIYORUM

korkak değilim umutsuz değilim bundan bu şekilde
değiştirdim sana yaraşmayan günlerimi verdiklerinle

sana yaraşmayan ne var ise tek tek çıkarıp attım
yeller esiyor şimdi o büyük karanlığımın yerinde

geldin mukaddes bildiklerimi tekrardan tanımladın
ülkemi bir bakışta bağladın güzelliğine

en varılmaz bölgelere vardırdın ellerimi
en gizli saklı denizleri açtın gemilerime

sensin artık adı bir dönülmezliği çağıran
kelimeleri ölümsüz kılan şiire

YAN YANA İKİ ÜLKE GİBİYİZ SENİNLE

Yan yana iki ülke gibiyiz seninle,
ayın önünden geçen bulut
ilkin seni karanlıkta bırakır sonrasında beni
senden bana yapıt, yerine bakılırsa,
yerine bakılırsa benden sana
şakaklarımızı serinleten rüzgâr.

İki kıyı gibiyiz karşılıklı,
hem ayırır bizi hem bağlar birbirimize
aramızda akan ırmak.
İki tarih sayfası gibiyiz art arda
birinde başlamış olan cümlenin sonu
ötekinde düğümlenir sadece.

Geldiği zaman hasat günleri
iki ayrı ağızda aynı anda
beliren bir gülümseme gibiyiz seninle
ve iki ter damlası gibiyiz alnında
elbirliği ile üretilip
kardeşçe bölüşülen bir dünyanın.

Kemal ÖZER

(Toplam: 1, Bugün: 1 )

Site Footer