Kırsal Kalkınmada Sürdürülebilirlik ve Biyoekonomi

 

1.1.       Kalkınma Kavramı

İngilizce Development yani Türkçede karşılığı kalkınma olan bu sözcüğün kökü tam olarak bilinmese de kök bilimciler bu sözcüğün “develop” sözcüğünden geldiğini düşünmektedirler. Germence, Kentçe veya Latincenin kökünden gelebileceği tahmin edilmektedir. Geçmiş tarihlerde kalkınma kavramı, 1592’de İngilizce “disvelop” Fransızca’da “disveloper” şeklinde, 1656’da “(unroll) göz önüne sermek” veya “(unfold) yayılmak, gelişmek”,1836’dan sonra “ilerleyen safhalar aracılığıyla gelişme”, 1885’de “öngörülmeyen imkânları ortaya çıkarma” ve 1902 yılından itibaren ise “ekonomik gelişme durumu” anlamında kullanıldığı görülmektedir (Doğan, 2011: 46).

Kalkınma kavramının günümüzde içeriği tam anlaşılmamakla beraber bazen sanayileşme, bazen modernleşme, bazen de büyümenin yerine kullanılmaktadır. Ancak geçmiş dönemlerde dönemine ve zamana uygun farklılıklar olmuştur. Bu kavramlar aynı dönem de farklı içeriklerle de kullanılmıştır. Kavram kendine yakın olan sanayileşme, yapısal değişiklik, modernleşme ve büyüme gibi kavramlarla aynı anlamda da kullanıldığından anlam kaymasına uğramıştır (Yavilioğlu, 2002b: 59).

Günümüzde kalkınma deyince akla toplumun neredeyse tüm gereksinimleri gelir. Bunlardan bazıları ise sağlık, barınma, korunma, sosyal gereksinimler, insani değerler, fakirliğin azalması gibi birçok maddeyi sıralamak mümkündür. Ulusal kurumların değişimleri, sosyal ve siyasal birçok faktörü artık tek çatı altında kalkınma olarak tanımlamak mümkündür (Çankaya ve Karataş, 2010: 33).

Benzer şekilde toplumun arzu edilen refah seviyesine ulaşması için sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda tüm gelişim ve değişimini  “Kalkınma” olarak tanımlayabiliriz (Yılmaz ve Danışoğlu, 2017: 120).

Kalkınma kavramı farklı bir tanıma göre ise, her alanda paralel gelişimi ifade eder. Bu gelişim gelir dağılımından, refah seviyesinden olduğu gibi gayri safi milli hâsılanın büyüklüğünü de esas almaktadır. Bu kavramın hem niteliksel hem de niceliksel olduğunu anlatmaktadır (Vatansever ve Yıldız, 2014: 1).

Kalkınma kavramına bu çerçeveden bakıldığında sosyal, siyasal, kurumların gelişmesi, teknolojinin geliştirilmesi, üretimde yapısal değişiklik ve en önemlisi de kendi kendine sürdürülebilir büyümenin de işlediği yapının oluşması için kullanmak mümkündür  (Özyakışır, 2011: 49).

İktisadi kalkınma ise bir yapıdan diğerine geçiştir. İktisadi kalkınma, kalkınma için bir göstergedir, bir uyarıcı faktördür. Kalkınma için en başta eğitimin düzeyinin yükselmesi buna müteakip düşüncenin, sosyoekonomik yapıların, sığ kalan düşüncelerin, zihniyetin ve bundan sonra teknolojinin, verimin, yatırımın ve reel artışın değişmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde kalkınmayla istenilen seviyeye ulaşabileceği gibi üretimin en iyi nasıl bir araya getirilebileceğinden ziyade üretimin en iyi nasıl elde edileceği ve bunun nasıl kullanılacağı önemlidir (Yavilioğlu, 2002b: 67).

Uluslararası Ekonomik Kalkınma Konseyi kalkınma ile ilgili şu maddeleri sıralamıştır (Doğan, 2011: 50);

* Hiçbir tanım ekonomik kalkınmayı tek başına ifade edemez,

* Ekonomik kalkınma hedefler bakımından tanımlanabilir,

*En sık kullanılan ise yeni işlerin yapılmasıyla, zenginliğin ve yaşam kalitesinin geliştirilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır,

* Ekonomik kalkınma, ekonomiyi yeniden inşa eden, büyümeyi etkileyen bir faktördür,

*Üç temeli ele aldığımızda ekonomik kalkınma şunlardır;

Hükümetin ekonomi politikalarında yer alan sürdürülebilir büyüme, istihdam ve enflasyon kontrolü,

Hizmet politikalarında yer alan engelliler için tıbbi imkânlar, karayollarının inşası ve yeşil alan,

Spesifik çabalarla ikliminin geliştirilmesi, emlak, teknoloji transferi, pazarlama, komşuların kalkınması, işletmelerin korunması ve büyütülmesi gibi bir yönlendiren politika ve programlar olduğu,

* Ekonomik kalkınmanın ana amacının iş yaratılmasını, işin elde tutulmasını, vergi tabanının ve yaşam kalitesinin genişletilmesini zorunlu kılan çabalar aracılığıyla bir topluluğun ekonomik iyiliğinin geliştirilmesini içerdiği,

* Ekonominin daha iyi seviyeye gelmesinin toplumun yaşam kalitesini iyileştirmesi, yeni iş imkânlarının çıkması, vergi tabanının genişlemesi gibi ilkeleri ekonomik kalkınmanın ana amacıdır,

* Nitekim ekonomik kalkınma için tek bir tanım olmadığı gibi kalkınmanın gerçekleşebilmesi için de coğrafi şartların, politik gücün, toplumların yapısının ve farklılıklarının ekonomik kalkınma içinde farklılıklar göstereceği bir gerçektir. İyi bir ekonominin bunları iyi analiz etmesi gerekmektedir ki ekonomik kalkınma gerçekleşebilsin,

Kalkınma her ne kadar kelime manası ile ve amacı itibariyle doğru olsa da uygulamadaki yanlışlıklar sebebiyle bundan hem toplum hem de şehirler fazlasıyla zarar görmüştür. Örneğin süre gelen gelir eşitsizliği devam ederken daha kötüsü bunun telafisi zor olan uçurumlara yol açışıyla zengin daha zengin fakir daha fakirleşmektedir. Bunun sonucunda yoksulluk ve yetersiz beslenme de çoğalmaktadır. Şehirlerin üzerindeki etkisi ise şehirlerdeki su, alt yapı, düzensiz ulaşım ve kirlilik olarak görülmektedir. Ve bunların eğer önüne geçilmez ise şimdiye kadar olan bütün kazanımlar, çevresel bozulma sebebiyle zarar görecektir. Hatta ekosistemin yok olmasına neden olacaktır (Harris, 2000: 4).

1.2.       Sürdürülebilir Kırsal Kalkınma

Kırsal kalkınma kavramı, kentsel alanların dışında kalan dezavantajlı bölgelerin  mevcut doğal kaynakların istismarına neden olmadan sürdürülebilirlik açısından değerlendirilmek koşuluyla, tarımsal üretimde kalitenin ve verimliliğin arttırılması, hane halkı gelirinin arttırılması, tarımsal üretimin sanayi ile entegrasyonun sağlanması gibi kırsal alanların gelişimine katkı sağlayacak faaliyetler bütünüdür.

Kırsal kalkınma kavramı ilk kez Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ortaya atılmış bir kavram olup, “toplum kalkınması” tanımı kırsal kalkınma tanımı olarak kabul edilmektedir. Tanıma bakıldığı zaman toplumun niteliği belirtilmediğinden konuya genel bir açıdan yaklaşıldığı görülmektedir. Bu tanımdan yola çıkarak kırsal kalkınma kavramını; “küçük toplulukların içinde yaşadığı ekonomik, kültürel koşulları iyileştirmek maksadıyla verdiği çabaların devletin desteğiyle birleştirilmesi, toplulukların ulusun tamamıyla kaynaştırılması şeklinde katkıda bulunmalarının sağlanması sürecidir (Gülçubuk, 2005).

Kırsal kalkınma kavramı sadece gelişmekte olan ülkeleri değil aynı zaman da gelişmiş ülkelerin de ilgi odağı haline gelmiş bir kavram olup evrensel anlamda kabul görmüş genel bir ayrım ya da tanımlama yoktur (Bakırcı, 2007 : 33).

En geniş tanımlamayla kırsal kalkınma kavramı, kırsal nüfusun varlığını sürdürebilmesi, kentsel nüfusa kıyasla sosyo-ekonomik imkanların daha kısıtlı olduğu kırsal bölgelerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için verilen çabalar bütünüdür.

Sürdürülebilir kırsal kalkınma, kırsal bölgelerde doğal kaynakların sürdürülebilirliğini önceleyerek, kırsal nüfusun yaşam kalitesini ve gelir düzeyini arttırılması yoluyla kentte yaşayan nüfusa nazaran gelişmişlik farklarını azaltılmasını amaçlayan, doğayı ve kültürel değerlerin korunmasını ve geliştirilmesini gözeten faaliyetler bütünü olarak kabul edilmektedir (Devlet Planlama Teşkilat, 2006).

Kalkınmada sürdürülebilirliği sağlamak için her ülke kendi doğal kaynaklarını, iktisadi ve sosyal yapısını koruma-kullanma dengesi içinde yönetmeye çalışmışlardır.

Çevre ve iktisadi gelişme arasındaki dengeyi göz ardı eden planlanmamış bir kalkınma politikasının uygulanması, gündelik ihtiyaçlara cevap verse bile insanların gelecekteki ihtiyaçlarının karşılanmasını riske atabilmektedir. Bu yüzden iyi planlanmamış kalkınma politikası, büyümenin belli bir aşamasından sonra çevresel yıkımlara yol açıp geri döndürülemez çevresel felaketlere sebebiyet verebilmektedir.

Sürdürülebilir kalkınma, ekonomik büyümeyle birlikte ekolojik dengeyi de önceleyen, doğal kaynakların etkin ve verimli kullanılmasını sağlayıp çevresel kaliteyi önemseyen bir kavramdır.

Günümüzde bazı ekonomiler politikalarını oluştururken çevresel faktörleri ve doğal kaynakların etkin ve verimliliğini göz önünde bulundurmadan sadece iktisadi kalkınmayı önceleyen kısa dönemli modeller geliştirmektedirler. Oysa insanların gelecekteki ihtiyaçlarının karşılanabilmesi açısından doğal kaynakların etkin-verimli, çevresel duyarlılığa sahip olunan uzun dönemli sürdürülebilir kalkınma modeline gereksinim vardır.

Bir ülkede sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşebilmesi için ekolojik, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliğin sağlanması gerekmektedir. Kısaca sürdürülebilir kalkınma, doğal kaynakları etkin ve verimli kullanan, gelecek nesillerin ihtiyaçlarına sahip çıkan, iktisadi gelişme ile çevresel kaliteyi göz önünde bulunduran, ekolojik açından sürdürülebilir özelliklere sahip  olan politikalar setidir.

1.3.       Biyoekonomi

1.3.1.Tanımı

Sürdürebilir ve döngüsel bir ekonomiye olanak veren biyoekonomi kavramı tarım, gıda, ormancılık, balıkçılık ve tüm diğer biyobazlı kaynakları  üreten, yöneten ve yayan her türlü endüstri ve ekonomik sektörü kapsamaktadır. Biyoekonomi tarım ve tarımsal  gıda gibi sektörlerde güvenli, ekoverimli, biyotemelli yeni bir ekonomik sosyal düzen olarak  karşımıza çıkmaktadır. Bu biyo-kaynaklar mümkün olduğunca katma değeri yüksek ürünler üretmek için kullanılmaktadır. Katma değeri yüksek ürünler ise ülke ekonomisinin kalkınmasına önemli katkılar sağlayacak bir potansiyel olmasının yanı sıra teknolojik, bilimsel ve ARGE çalışması ürünler olarak nitelendirilmektedir. Bu ürünleri ülke ekonomisinin dışa bağımlı olmasının önüne geçebilecek tek çözüm olarak ifade etmek mümkündür.(Karakayacı, 2010:48-53).

Ayrıca geleneksel üretim yapısı ile karşılaşılan  zorluklara bir çözüm önerisi olarak  görülen  biyoekonomi; çevresel ve iklimsel temelli sorunlarla baş edebilme, üretimde yüksek katma değer yaratma, disiplinlerarası geçişkenliği sağlama ve farklı sektörlere biyo-temelli ürün kullanımını yaygınlaştırma gibi yeni nesil üretim anlayışı için önemli konularda da ciddi bir potansiyele sahiptir. OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) tarafından 2009 yılında  yayınlanan “2030’a doğru Biyoekonomi- Bir Politika Gündemi Tasarlama” başlıklı strateji raporunda BİYOEKONOMİ ilk kez bir ekonomik model olarak tanımlanmıştır. Raporda ‘biyoekonomi’ terimiyle anlatılmak istenen; “Biyoekonomi, ekonomik çıktılarının önemli bir bölümünde biyoteknolojinin katkısının bulunduğu bir ekonomi olarak düşünülebilir. Böyle bir ekonominin üç ana unsuru vardır: Yeni üretim süreçleri geliştirmek için  bilgi üretebilme, yenilenebilir biyokütle ve biyoproseslerden yararlanabilme ve bilgiyle uygulamayı bütünleştirebilme…” olarak açıklanmaktadır (OECD, 2009). Avrupa Birliği tarafından 2012 yılında hazırlanan “Avrupa için Biyoekonomi – Sürdürülebilir Büyüme için İnovasyon” başlıklı raporda: “Sürdürülebilir üretim ile yenilenebilir biyolojik kaynaklardan elde edilen ürün ve girdilerin ekonomiye kazandırılması anlamına gelen biyoekonomi; tarım, ormancılık, hayvancılık, su ürünleri gibi birincil biyolojik kaynaklarla, gıda, kağıt, tekstil endüstrisi atıkları ile evsel ve birincil kaynakların atıklarının değerlendirilmesi sonucu gıda, yem, enerji, kimya, malzeme, ilaç üretimlerini kapsar.’’ denilmektedir (EU, 2012).

Biyoekonominin bir diğer tanımı ise “ tüm ekonomik sektörlere sürdürülebilir mal ve hizmet temin etmek için biyolojik kaynakların, süreçlerin ve ilkelerin kullanımı ile bilgi temelli üretimi” olarak tanımlanır.Her ülke, kendi koşullarına ve önceliklerine göre kendi biyoekonomi stratejilerinde farklı sektörleri içerir.  Ülkeler, önceliklerini göz önünde bulundurup farklı değişkenleri dikkate alarak ülkenin toplam ekonomisine biyoekonominin katkısını değerlendirirler. Ülke gerçekleri ve biyoekonomi öncelikleri; istihdam, ekonomik büyüme, enerji ve gıda güvenliği, fosil yakıtları azaltma, küresel iklim değişimini hafifletme ile kırsal kalkınmayı kapsar. Biyoekonomi politikaları ve stratejileri ile oluşturulan istek ve hedeflere ulaşmadaki ilerlemeyi ölçmek için standart bir metodoloji yoktur.

Biyoekonomi, biyoteknolojinin ağırlıklı olarak kullanıldığı bir dünya düzeni olarak düşünülebilir. Çünkü biyoekonominin uygulanması ve gelişimi başarılı bir inovasyon gerektirir. Biyoteknoloji, çevresel sürdürülebilirliği sağlayan, su kalitesini iyileştiren, yenilenebilir enerjiyi sağlayan ve istilacı bitki veya hayvan türlerinin tespit edilerek biyoçeşitliliğin korunmasına yardımcı olan bir teknolojidir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde eğitimde sağlanan başarılar doğrultusunda biyoteknoloji için araştırma merkezleri kurularak bu uygulama sayesinde ekolojik iyileştirmeler sağlanacaktır. Bu teknolojiyle birlikte kuraklık, küreselleşme ve diğer muhtemel sorunlar en minimuma indirilecektir. Eğer doğal kaynaklara alternatif bir enerji kaynağı bulunmazsa a 2030 yılında fosil yakıtlara olan ihtiyaç %44 oranında artabileceği öne sürülmüştür (OECD, 2009).

 1.4.Biyoekonominin Önemi

 Biyoekonomi, biyolojik kaynakları üreten, yöneten ve yayan her türlü endüstri ve ekonomik sektörü kapsamaktadır. Dolayısıyla bir ülkenin ekonomisini oluşturan bütün sektörleri kapsayan biyoekonominin belirli düzeyde mevcut olan sermayenin en iyi şekilde kullanılarak yatırımların artırılması aşamasında önemli bir adım olduğu görülmektedir. Biyoekonomi, bilgi, teknoloji ve ekonomik faaliyetler ile bütün sektörleri kapsayan disiplinler arası bir alandır. Kalkınmanın sürdürülebilirliğinin sağlanmasında büyümenin çevresel, sosyal ve ekonomik olarak irdelenmesine gereksinim olduğundan, biyokaynakların üretim, yönetim, finansal piyasalar, pazarlama, politika, teknoloji, enerji ve daha birçok alanda bilgi temeline dayanarak değerlendirilmesi noktasında biyoekonomiden yararlanmak gerekecektir.

   Dünya, Sanayi Devrimi ile birlikte yenileşme dönemini başlamış ve bu  dönem ile birlikte  21. yüzyılda ‘Sanayi 4.0’ olarak ortaya çıkmıştır. Sanayi 4.0, bilgi ve iletişim sektörlerinde yaşanan gelişmelerin üretim sistemlerinde kullanılması sürecini ifade etmektedir. Akıllı üretim sistemlerini geliştirmek ve her üretim aşamasında dijitalleşmeyi sağlamak amacıyla makine-insan-altyapı etkileşimine önem vermektedir. Akıllı fabrikalar, üç boyutlu baskı ve yapay zekâ gibi birçok kavramı da içinde barındırmaktadır (Genç, 2018: 238–239). Her sektörde olduğu gibi tarım sektöründe de değişimler bu dönemden itibaren hız kazanmıştır. 21. yüzyılda kimya ve fizik alanlarında yaşanan değişimlerle birlikte biyoteknoloji alanı da değişimlerin içine dahil olmuştur. Biyolojik tabanlı ekonomi de denilen biyoekonomi kavramı, yeni dünya düzenine farklı bir pencereden bakılmasını sağlamıştır. Biyoekonomi, nüfusun artmasıyla birlikte talepte meydana gelebilecek aşırı bir yükseliş sorunu ve doğal kaynakların kullanılabilirliği arasındaki dalgalanmalardan kaynaklanan sorunların çözümünde aktif rol üstlenen bir sistemdir (Bayramoğlu, Ağızan & Tekin, 2018: 228). 2000’li yıllarda  biyoekonominin önemi artmış, hem bilimi hem de ekonomiyi kapsamaktadır. Artan küresel nüfusun kaynakları hızla tüketmesi ve iklim değişiklikleri ile mücadele edebilmek biyoteknoloji temelli biyoekonominin uygulanmasını gündeme getirmiştir. Bu doğrultuda Sanayi 4.0 ile birlikte biyoteknolojik faaliyetlerin uygulanması daha kolay hale gelerek biyoteknoloji alanında katma değer oluşturma süreci hız kazanmaya başlamıştır. Bilim, toplum ve sanayi kavramlarını biraraya getiren biyoteknoloji, yenilenebilirlik alanına akılcı bir boyut kazandırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca biyoekonomi, yenilenebilir biyolojik kaynakların üretimini ve bu üretimden ortaya çıkan atıkların gıda, yem ve biyo temelli ürünler ile biyoenerji gibi katma değerli mallara çevrilmesi sistemidir. Bu sistem tarım sektörü, ormancılık, balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliği, gıda ve biyoteknololoji, nanoteknoloji gibi sektörleri yakından etkilemekte ve ilgilendirmektedir. 2009 yılında Avrupa Birliği’nde (AB) biyoekonomi alanında istihdam edilenlerin çoğunluğu (%55) tarım sektöründe faaliyet göstermiştir (Şen, 2016: 284–286).

Türkiye’nin rekabetçi bir ekonomiyle sürdürülebilir kalkınmayı sağlayabilmesi için biyoekonomik faaliyetlerin hayata geçirilmesi yönünde politikalar geliştirmelidir. Tüm dünyada biyoekonomiye dayalı stratejiler geliştirilmiş ve bu stratejiler doğrultusunda ülkelerin ekonomik büyümeleri hızlı bir şekilde devam etmektedir. Avrupa Birliği tarafından biyoekonomi stratejileri geliştirilmiş olup, sürdürülebilir büyüme için yenilenme kriteri olarak biyoekonomi görülmüştür. AB, bilgi tabanlı biyoekonomi stratejisi çerçevesinde yenilikçilik, rekabet gücü, katma değer, istihdam ve sürdürülebilir gelişme hedeflerini belirlemiştir. AB biyoekonomi eylem planı içerisinde AR-GE yatırımları, destekleme politikaları ve biyoekonomi için rekabetçiliğin ve pazarların geliştirilmesi bulunmaktadır. Bu çerçevede, dünya üzerinde görülen birçok problemin (enerji, gıda tedariki, doğal kaynaklar, ekoloji vb.) çözümü olarak biyoekonomi görülmektedir. Biyoekonomi sürdürülebilir üretimden atıkların değerlendirilmesine kadar, kaynakların finanse edilmesinden dünya piyasalarında söz sahibi olmaya kadar birçok kazanımlar sağlayacaktır. Sürdürülebilir biyo-kaynakların bilgi ve teknoloji temeline dayalı olarak yenilikçi kullanımını sağlayarak, dünyanın her geçen gün artan nüfusunun gıda, istihdam, sağlık, finans gibi en önemli ihtiyaçlarını sağlayan bir sektör halini alacaktır.

Biyoekonomi teriminin ciddiye alınması için beş önemli sebep bulunmaktadır. Bunlar; (Wesseler, 2015: 4).

  • Bilimde yaşanan gelişmeler.
  • Tarımsal tedarik zincirlerinde yatay ve dikey entegrasyonların artması.
  • Sektör ve sektörler arası ticarette yaşanan artışlar.
  • Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler.
  • Küreselleşmenin artması.

1.5.Biyoekonomi ve Kırsal Kalkınmada Sürdürülebilirlik İlişkisinin Tanımlanması

Kökenlerini bilimin oluştuğduğu biyoekonomi biyoloji ve ekonominin sentezi olarak ifade edilebilinir. Biyolojik kaynakların sürdürülebilir şekilde kullanımını sağlamaktadır. Biyoekonomi ve sürdürülebilir kalkınma ekonomi ve doğal çevrenin etkileşimini ifade etmektedir. Biyoekonomi tarım sektöründe toprak ve su kullanımını, hayvansal bazlı gıdaların kalitesini, arazi kullanım plânlarını, tarım teknolojilerinin iyileştirilmesini ve doğru zamanda gübrelemeyi üreticilere öğretmeyi hedeflemektedir (Sundar, 2012: 313–314). Sürdürülebilir kalkınma, çevresel tahribatların artmaya başlaması ile birlikte daha dikkat çekici ve üzerinde daha çok durulan bir konu haline gelmiştir. Çevre ve ekonomi arasında bir dengenin sağlanması gerektiği sürdürülebilirlik anlayışının temelini oluşturmaktadır. Nüfusun hızla artması ile birlikte tarım ürünlerine olan talep artışı, yeni üretim modellerinin ortaya çıkışını hızlandırmıştır. Bu yeni üretim modelleri sürdürülebilir kalkınmanın odağı haline gelmiştir. 

Türkiye’de biyoekonomik sistemlerin gelişmeye başlaması üzerine tarım sektörü bu durumdan olumlu etkilenmiştir. Tarımın doğa şartlarına bağlı olması, nüfus artışı, küreselleşme, gıda güvenliği gibi nedenler biyoekonominin uygulanmasını ve bu alana yatırımlar yapılmasını gerektirmektedir. Türkiye’nin tarımsal hammadde ithalat ve ihracat rakamları incelendiğinde ithalat rakamlarının daha fazla olması ve bu yüzden dış ticarette açıklar meydana gelmesi ülke milli gelirini olumsuz etkilemektedir. Biyoekonominin gelişmesi demek yerli üreticilerin desteklenmesi anlamına gelmektedir (Bayramoğlu ve ark., 2018: 234–235).

Biyoekonomi alanıyla doğrudan ilişkisi bulunan biyoteknoloji tarım sektöründe kullanılabilir tarım arazilerinin artırılmasını, yeni sulama teknolojisinin kullanılmasını ve bitki zararlılarının kontrol altına alınıp bu sayede kimyasal girdi kullanımının azaltılmasını sağlamaktadır. Fakat Türkiye’nin henüz tarım sektöründe biyoteknolojinin uygulama alanı Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) tartışmasından ileri gitmemiştir (Arslanhan, 2012).

Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü’nün (TAGEM) 2005-2010 yılları arasında tamamladığı birçok projeler organik tarımla ilgilidir. Bazıları şunlardır; (Alay-Vural, 2019: 17–18).

  • Türkiye’de Sürdürülebilir Tarım Uygulamaları ve Yönlendirilmesi İçin Gerekli Politikaların Belirlenmesi
  • Zeytin Karasu Tortusunun Organik Kuru İncir Yetiştiriciliğinde Ağaç Gelişimi, Verim ve Kaliteye Etkisi
  • Organik Çay İşleme Atıklarından Elde Edilen Kompostun Organik Çay Üretiminde Kullanılması

Bu projelerin geneline bakıldığında organik tarım uygulaması olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu projeler biyoekonomik çalışmalar olarak adlandırılabilir. Çünkü biyoekonominin bileşenlerinden biri de organik tarım denilen ekolojik tarımdır.

 Türkiye’de tarımsal biyoekonomi alanının sahip olduğu avantaj ve dezavantajlar vardır. Bunlar; Avantajlar;

▪ Türkiye’nin bulunduğu coğrafi bölgenin çeşitli bitki, hayvan ve topraklara sahip olması.

▪ Doğal kaynak verimliliğini sağlaması ve iyileştirmesi.

▪ Sürdürülebilir tarım ve kalkınma politikalarının biyoekonomik çalışmaları desteklemesi.

▪ Tarım sektöründe yeni istihdam alanları oluşturması.

▪ Biyoteknoloji alanının tarım sektörüne yeni makinalar kazandırması ve yatırımları artırması. ▪ Biyoekonomik çalışmalar Türkiye’de teknoloji girdisinin tarım sektörü üzerindeki etkisinin belirlenmesi açısından önemlidir.

 ▪ Tarım sektörünün iç ve dış pazarda rekabet gücünün belirlenmesine imkân tanımaktadır.

 ▪ Biyoekonomi tarımsal bazı atıkların değerlendirilmesini sağlayarak döngüsel ekonomiye katkı sunmaktadır.

▪ Tarım arazilerinin verimli kullanımını artırması. Dezavantajlar;

 ▪ Türkiye’nin biyoekonomi büyüklüğünü gösteren herhangi bir tarımsal veri bulunmamaktadır.

 ▪ Tarım sektöründe belirlediği bir biyoekonomi stratejisine, hedefine ve politikasına sahip değildir.

 ▪ Tarım sektörünün küresel iklim değişikliklerinden çabuk etkilenmesi.

 ▪ Bilim ve teknoloji alanlarında tarımsal biyoekonomiye yönelik çalışmaların yetersiz olması.

 ▪ Tarım sektörüne yönelik ar-ge faaliyetlerinin ve girişimciliğin yetersiz olması.

▪ Üniversitelerde biyoekonomiye yönelik derslerin olmaması.

▪ Gerekli araştırma merkezlerinin olmaması.

Bu avantaj ve dezavantajlar tarım sektöründe Türkiye’nin artı ve eksi yönlerini göstermektedir. Sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir tarım ve biyoekonominin birlikte hareket ettiği, üreticilerin biyoekonomik çalışmaları daha geniş arazilere uygulayabilmesi için bu dezavantajların etkisinin minimuma indirilmesi gerekmektedir.(Tutar&Ekici, 2022:13).

                                                                                              SONUÇ

Doğaya verilen tahribat düzeyi ile birlikte ekolojik dengenin bozulması sonucu son zamanlarda daha çok önemli bir konu haline gelen sürdürülebilir kalkınma olgusu kalkınmanın bir defaya mahsus olmayıp süreklilik gösterdiğini ifade eder. Dünyanın mevcut tüketim düzeyi göz önünde bulundurulduğunda üretimde kullanılan girdilerin sürdürülebilir olması, kaynakların daha etkin ve verimli kullanılması zorunluluğunu doğurmuştur. Dünya nüfusun artmasıyla orantılı olarak tarım ürünlerine artan talebin etkisiyle yeni üretim modellerinin geliştirilmesini tetiklemiştir. Bu noktada ekolojik denge ve sürdürülebilir bir üretim modeli için yeni çözüm önerileri bulma zorunluluğu doğmuştur. Bu durumda tarım eksenli biyoekonomi bir çözüm yolu olarak benimsenmiş günden güne önemini arttırmıştır. Sürdürebilir ve döngüsel bir ekonomiye olanak veren biyoekonomi kavramı tarım, gıda, ormancılık, balıkçılık ve tüm diğer biyobazlı kaynakları  üreten, yöneten ve yayan her türlü endüstri ve ekonomik sektörü kapsamaktadır. Biyoekonomi tarım ve tarımsal  gıda gibi sektörlerde güvenli, ekoverimli, biyotemelli yeni bir ekonomik sosyal düzen olarak  karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel üretim yapısı ile karşılaşılan  zorluklara bir çözüm önerisi olarak görülen  biyoekonomi; çevresel ve iklimsel temelli sorunlarla baş edebilme, üretimde yüksek katma değer yaratma, disiplinlerarası geçişkenliği sağlama ve farklı sektörlere biyo-temelli ürün kullanımını yaygınlaştırma gibi yeni nesil üretim anlayışı için önemli konularda da ciddi bir potansiyele sahiptir. Günümüzde dünyada ve ülkemizde birçok çalışma biyoekonomi stratejilerine odaklanarak biyoekonominin sürdürülebilir kalkınmada kilit bir rol oynacağını düşünmektedir. Kalkınmanın sürdürülebilirliğinin sağlanmasında büyümenin çevresel, sosyal ve ekonomik olarak irdelenmesine gereksinim olduğundan, biyokaynakların üretim ve bilgi temeline dayanarak değerlendirilmesi noktasında biyoekonomiden yararlanmak gerekecektir. Bu çalışmada biyoekonomi kavramı açıklanmaya çalışılarak kırsal kalkınma ekseninde sürdürülebilirliğin gerçekleşmesindeki rolü ele alınmaya çalışılmıştır. Biyoekonomi kavramı Türkiye’de son 10 yılda duyulmaya ve uygulanmaya başlamıştır. Döngüsel ekonomi için önemli olan bu terim, Türkiye’nin atık sanayisine farklı bir alt sektör kazandırmıştır. Biyoteknolojik inovasyonların gerçekleştirilmesi ile birlikte biyoekonomi alanında daha fazla gelişmeler yaşanmıştır. Yenilenebilir kaynakların biyoekonomiyle işlevsellik kazanması doğal kaynaklara olan talebi düşürmüş ve doğanın daha fazla yıpranmasına engel olmuştur Çalışmada sürdürülebilir kalkınma kavramının biyoekonomik açıdan işlevselliği açıklanmaya çalışılmış ve bu iki kavramın doğrudan ilişkili olduğu vurgulanmıştır. Türkiye’de tarım sektörüne yönelik biyoekonomik faaliyetlerin daha fazla uygulama alanlarının oluşturulabileceği ve bu yönde yeni projelerin üretilmesi ve artırılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

                                                                                   KAYNAKÇA

Arslanhan, S. (2012). Biyoekonomiye doğru: Türkiye bu sürecin neresinde? TEPAV Politika  Notu, Erişim adresi: http://www.tepav.org.tr. 

Bayramoğlu, Z., Ağızan, K., & Tekin, M. (2018). Türkiye’de biyoekonomi girişimciliğinin tarımdaki önemi. KSÜ Tarım ve Doğa Dergisi, 227–236.

Doğan, B. (2011). Kalkınma İktisadının XX. Yüzyıldaki Gelişim Süreci, İktisat Politikalarına Etkisi ve Son On Yıllık Konjonktürün Disiplinin Geleceğine Olası Etkileri. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 41–83.

EU (2012), Innovation for Sustainable Growth: A Bioeconomy for Europe.

Genç, S. (2018). Sanayi 4.0 yolunda Türkiye. Sosyoekonomi Dergisi, 26(36), 235–243.

Harris, J. (2000). Basic Principles of Sustainable Development. Global Development and Environment Institute Working Paper, 1–4.

Karakayacı, Z. (2010). Tarım Arazilerinin Dışı Kullanımının Sürdürülebilir KalkınmaAçısından Değerlendirilmesi. Ziraat Mühendisliği, (355), 48-53.

Karataş, M., & Çankaya, E. (2010). İktisadi Kalkınma Sürecinde Beşeri Sermayeye İlişkin Bir İnceleme. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 29–55.

OECD (2009), The Bioeconomy to 2030: Designing a Policy Agenda

Özyakışır, D. (n.d.). Beşeri Sermayenin Ekonomik Kalkınma Sürecindeki Rolü: Teorik Bir Değerlendirme. Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, 6, 46–71.

 Sundar, I. (2012). Bioeconomics and sustainable development. International Conference on

Management, Applied and Social Sciences (ICMASS’2012) March 24-25, Dubai, 313–315.Retrieved from: http://psrcentre.org/images/extraimages/18.%20312512.pdf

Şen, İ. (2016). Biyoekonomi: Mavi büyüme ve su ürünleri yetiştiriciliğinin rolü, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 8(15), 283–299.

Tutar, F., & Ekici, M. (2022). Türkiye’de Tarım Eksenli Sürdürülebilir Kalkınma İçin Biyoekonomi. Omer Halisdemir Universitesi Iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi Dergisi15(3).

Wesseler, J. H. H. (2015). Agriculture in the bioeconomy: Economics and policies. Wageningen University, ISBN: 978-94-6257-191-4.

Vatansever, N., & Yıldız, O. (2014). Bölgesel Kalkınma Teorileri ve Yeni Bölgeselcilik Yaklaşımın Türkiye’deki Bölgesel Kalkınma Politikalarına Etkileri. Akademik Bakış Dergisi, 44.

Yavilioğlu, C. (2002). Geri Kalmışlık Olgusu ve Ekonomistik Kalkınma Teorileri (Eleştirel Bir Yaklaşım. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 49–70.

Yılmaz, Z., & Danışoğlu, F. (2017). Ekonomik Kalkınmada Beşeri Sermayenin Rolü ve Türkiye’de Beşeri Kalkınmanın Görünümü Olarak İnsani Gelişim Endeksi. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 51, 117–147.

Bu çalışma 11.05.2023 tarihinde 9.Bilim Kongresi’nde özet bildiri olarak İstanbul Aydın Üniversitesi Öğr.Gör. Ayten Nahide KORKMAZ ve Öğr.Gör. Atila ER tarafından sunulmuştur.

(Toplam: 2, Bugün: 1 )

Site Footer