Seyyid Vehbî – Türk Dili ve Edebiyatı

Seyyid Vehbî (D: 1674, İstanbul – Ö: 1736, İstanbul) 18. yüzyıl Divan Edebiyatı.

Seyyid Vehbî

Seyyid Vehbî, XVIII. yüzyılın divan sahibi şairlerindendir. 1674 senesinde İstanbul’un Kabataş semtinde dünyaya geldi. Aslolan adı Hüseyin’dir. Kethüda Hacı Ahmet Efendi’nin erkek evladıdır. Ataları ehli beyte dayandığı için Seyyid Vehbî olarak anılmıştır. İlk gençlik yıllarında Hüsamî olan mahlasını hocası ozan Mirzazade Ahmet Neylî’nin tavsiyesi üstüne Vehbî olarak değiştirmiştir.

İyi bir tahsil gören Vehbî’nin, zamanının meşhur bilginlerinden Mirzazade Şeyh Mehmet Efendi’den ders görmüş olduğu, Kazasker Abdulbaki Efendi’den hüsni hat (=güzel yazı) sanatını öğrendiği ve Hocazade Seyyid Osman Efendi’den mülazım olarak 1696 senesinde müderrisliğe yükseldiği bilinmektedir.

1711’de gerçekleşen Rus seferi için yazdığı kaside ve tarihleriyle III. Ahmet’in takdirini kazanmıştır. 1720’de Sûrname’sini kaleme alınca şöhreti büsbütün arttı. 1725 senesinde Tebriz’in ikinci kez kurtarılışı üstüne oraya kadı olarak atandı. Sonrasında Kayseri, Manisa ve Halep kadılığı görevlerinde bulunmuş oldu. Halep kadılığının bitiminde 1735 senesinde hacca gitti. Hac dönüşü yakalandığı hastalık sonrası 1736’da Aksaray’daki (İstanbul) evinde vefat etti. Cerrah Mehmet Paşa Camii civarındaki Canbaziye Mescidi’nde medfundur (Tulum 2008).

Gerek padişah III. Ahmet, gerekse devrin kudretli sadrazamı Damat İbrahim Paşa tarafınca devamlı himaye edilen Vehbî, bu devrin en mühim şairleri içinde sayılır. Şiirde önceleri Nabî’nin hikemî şiir tarzını örnek almış, hemen sonra Nedim’in yolunu benimsemiş, onun birçok şiirine tahmisler yazmıştır. Kasidede ise bir tek çağının değil, Türk edebiyatının en büyük kaside üstadı olan Nefî’yi kendisine usta olarak seçmiştir.

Onun sanatından devrin en mühim iki tezkirecisi; Salim ve Safayî övgüyle bahsederler. Ek olarak devrin “reisi şairan”ı Osmanzade Taip de ondan “mana ülkesinin sultanı” diye söz etmiştir.

Seyyid Vehbî’nin Eserleri

Seyyid Vehbî’nin, yirmi civarında el yazması nüshası olan Türkçe divanı, manzum Hadisi Erbain Tercümesi, Pasarofça Antlaşması hakkında data veren Sulhiyye adlı minik bir risalesi vardır. Vehbî’yi Türk düzyazı edebiyatında mühim kılan ve onun sanatının orijinal tarafını ortaya koyan en mühim eseri ise kuşkusuz ki Sûrname’sidir.

Sûrnamei Vehbî: III. Ahmet’in şehzadeleri Sultan Süleyman, Mustafa, Mehmet ve Bayezit’in sünnet düğünleri ile kızları Ayşe Sultan ve Emetullah Sultan’ın evlenme merasimlerini özetleyen bir eserdir. Bu eserin öteki sûrnameler içinde hususi bir yeri ve benzerlerinden ayrı bir önemi vardır. Yapıt, o devirdeki giysiler, gösteriler, esnaf alayları, eğlenceler ve armağanları anlatması açısından devrin saray ve cemiyet yaşamının canlı bir aynası gibidir. Eserin ne kadar ilgi görmüş olduğu bir tek İstanbul kütüphanelerinde yirmiden fazla el yazması nüshasının bulunmasından anlaşılmaktadır.

Vehbî Sûrnamesi, mensur olmakla beraber yer yer ozan, kendi manzumeleriyle eserini süslemiştir. Yapıt, bizzat Sadrazam Nevşehirli Damat Paşa’nın teklifi üstüne yazılmıştır. Eserde on beş gün on beş gece devam eden ve Osmanlı tarihinde Lale Devrinin başlangıcı olarak kabul edilen bu düğün, gün gün tüm ayrıntılarıyla aktarılmaktadır. Sûrnameler içinde dili en süslü ve güzel duyu nesrin yer yer tüm özelliklerini aksettireni de budur (Arslan 2009).

Eseri ilk kez neşreden Mertol Tulum onu tanıtırken Vehbî’nin eserdeki dil ve üslubunun hem devletin, hem de düğünün ihtişamına yaraştığını ifade etmekte ve içeriğini şöyleki betimlemektedir:

“Bir büyük devlet düzeni, bu düzeni yöneten insanoğlu, pek fazlaca ilgi çekici yönüyle günlük yaşam, bizim insanımızın meydana getirmiş olduğu bir kent kültürünün olanca zenginliği, bugün yalnızca övünç duyulabilecek bir üstünlüğü yansıtan tüm sesler, renkler ve görüntüler ve daha neleriyle yaşanmış bir tarih süreci, görkem ve bu ihtişama yaraşır bir devlet ve düğün şöleni” (Tulum 2008: 1116).

Örnek 1

Sûrnamei Vehbî’den

Ve zûrbâzânı mezkûreden biri dahi dibi tablalı bir kargı mızrağın nevki sertîzini başındaki arakiyyeye mümâs idüp bîhavf u hirâs cilvei bîkıyâs eylediginden sonrasında mızragın ucını miyânı ebruvânına vaz’ idüp yemîn ü yesâra temâyül ü ihtizâz iderek reftâr iderken dûşını tahrîk itdikçe mızrak fırfır şu’lei cevvâl şeklinde döner ve Arap mızrakdan tefkîki nazar itmeyüp meydânda cevlân eyler idi. Mızrağın fırlak şeklinde sür’ati devrânı görüldükçe nevki sertîzi sîhi büryân şeklinde serâpâ vücûduna güzâr itmek mülâhazası nîzei müjgânı temâşâyiyânı hâlidei sâhaı şaşkınlık itmekle, sadrı a’zamı sâkıbu’lârâ nîzei Arab’ı huzûrına getürüp hemnişînleri olan devleti erkân hiddeti nazarla im’ân u dikkat eylediklerinde bu abdı fakîr dahi câkerdei saffu’nniali bârgâhı âsafî bulunmagla, ‘Gel sen de nazarı tedkîk eyle tahrîr idecek hârikada şübhen var ise tahkîk eyle’ buyurmaları ile teşhîzi nazarı im ‘ân ve nevki yelmânına messi benân itdigimde, ‘alîmallâh yelmânı şemşîri tâbdârdan tîz ve nevki sûzeni müjgânı hûbândan bârîk ü nebtîz olup, idâre sûretinde olan hiddeti güzârişinden kat’ı nazar, cebîni insânî degül siperi nühtûyı eflâke nihâde olunsa, şemşîri berkmisâl bir cânibinden bir cânibine güzer itmemek muhâl mertebesinde buldum.

Ve gene bir mızrağın çamurlığı tarafına bir tabla geçürüp, etrâfına altı meş’al ve miyânına bir hum sitâde ve nevki sinânı başına nihâde eyleyüp, germi cevlânı bâzîkünân olup ba’dehû hum yerine düvâzdehsâle iki şâkirdini iclâs eyleyüp, anlamış olur tabl çalar iken kendi batî vü serî’ hırâm eyledi. Gâh dahi şâkirdini bir sütûnı mevzûna mârı pîçîde şeklinde sarup ve boynına bir tabl âvîze eyleyüp ol tabl çalar, kendi sütûnun ucını başına ve kaşına koyup istediği şeklinde oynar idi.

Mehmet Arslan, Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri 3: Vehbi Sûrnâmesi, İstanbul 2009, s. 209.

Diliçi Tercüme:

Ve adı geçen zorbazlardan biri de dibi düzlenmiş bir kamış mızrağın keskin ucunu başındaki külaha temas ettirip korkusuz bir halde gösteriş yaptıktan sonrasında, mızrağın ucunu kaşlarının ortasına koyup sağ ve sol tarafa eğilerek giderken omzunu oynattıkça mızrak fırfır, hareketli bir ateş topu şeklinde döner ve Arap, mızraktan gözlerini ayırmayıp meydanda dolaşırdı. Mızrağın, fırıldak şeklinde dönüşünün sürati görülünce keskin ucunu kebap şişi şeklinde baştan ayağa vücuduna geçirme düşüncesi, seyredenlerin kirpiklerinin mızrağını hayretle meydana saplamaktaydı. Parlak fikirli sadrazam, Arap’ın mızrağını huzuruna getirip söyleşi arkadaşlarından olan devletin ileri gelenleri dikkatli bakışlarla baktıklarında, bu yoksul kul da sadrazam dergâhının en aşağısında yer edinmiş bulunmaktaydım. Sadrazamın ‘Gel sen de dikkatle bak, yazılacak mükemmel şeyden şüphen var ise incele’ diye emretmeleriyle dikkatle bakışlarımı yoğunlaştırıp, ucunun sivriliğine parmaklarımı dokundurduğumda Tanrı bilir ki ucunun kıvrımı kılıçtan keskin, güzellerin kirpiklerinin iğnesinden ince ve narin olup geçişinin hiddetinden bakışı kaçırmayı, insanoğlunun alnına değil, feleklerin dokuz kat siperine konulmuş olsa, şimşekten kılıç şeklinde bir tarafınca bir tarafına geçmemeyi imkânsız bir şey derecesinde buldum. Ve gene bir mızrağın çamurluğu tarafına bir hedef geçirip, etrafına altı meşale ve ortasına bir küp koydu ve mızrağın ucunu başına dayayıp oyun yaparak hızlıca dolaştı. Ondan sonrasında küp yerine on iki senelik iki öğrencisini oturtup onlar davul çalarken kendi bir yavaş ve bir süratli yürüdü. Kimi zaman de öğrencisini muntazam bir direğe, kıvrılmış yılan şeklinde sarıp öğrencisinin boynuna bir davul asar, talebesi de o davulu çalardı. Kendisi de direğin ucunu başına ve kaşına koyup istediği şeklinde oynardı.

(Toplam: 1, Bugün: 1 )

Site Footer