Küresel İklim Krizi ve Orman Yangınları

 

İklim değişikliği gelecek nesilleri tehdit eden en büyük olgudur. Son yıllarda dünyada ve Türkiye’de yaşanmış olan zelzele, sel, yangın şeklinde organik afetler iklim krizini hayatımızın orta yerine getirmiş, bu acımasız gerçekle bizleri yüzleştirmiştir.

Kyoto Protokolü ve Paris İklim Anlaşması, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin küresel ısınma, iklim krizi mevzusundaki yükümlülüklerinin altını çizse de pek oldukça ülkenin bu yükümlülükleri yerine getiremediği ortadadır. Tam bu aşamada bireylere, toplumlara büyük iş düşmektedir. Çocuklar ve gençlerin iklim krizi gerçeğiyle büyümüş olduğu bir dünyada yanan ormanlar koca bir ekosistemin, biyoçeşitliliğin, alınan her nefesin ve geleceğin yanması anlama gelir.

Dünya iklimleri her geçen gün bir değişiklik sergilemektedir. Yerleşik düzene geçmek, Endüstri Devrimi peşinden gelen teknoloji alanındaki ilerlemeler insan yaşamını kolaylaştıran etkilerinin yanında “küresel ısınma” gerçeğini hayatımızın orta yerine getirmiştir.

Küresel ısınmaya yol açan organik etkenlerin yanı sıra beşeri etkenler de söz mevzusudur. Beşeri etkenlerin en aza indirilmesi ise bütünüyle insani bir yükümlülüktür. İklim değişikliğinin yarattığı başlıca tesir yeryüzünün daha sıcak ve kurak olmasıdır. Bu ısı ve kuraklık bununla beraber orman yangınlarını getirmekte, kül olan ormanlar da dünyanın daha oldukça ısınmasına sebep olmaktadır. Bu aslına bakarsak kısır bir döngüdür. 

“Atmosferdeki sera gazı birikimlerini, insanoğlunun iklim sistemi üstündeki tehlikeli etkilerini önleyecek bir düzeyde durdurmak” olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nden ve onun Kyoto Protokolü’nden meydana gelen yükümlülüklerin etkin, gerçekçi ve adil bir şekilde yürütülmesi ile ihtimaller içinde olacaktır.” 160 ülkeyi kapsayan ve iklim değişikliği mevzusunda devletleri internasyonal bir mücadeleye çağıran Kyoto Protokolü ve iklim değişikliğinin azaltılması, bu konudaki kaynakların finanse edilmesi noktasında imzalanarak 2016 senesinde yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşması; canlılar açısından büyük bir risk taşıyan “küresel iklim krizi’’ karşısındaki iki mühim adımdır sadece genişleyen dünya ekonomilerine ve devamlı artan insan popülasyonuna karşın krizi çözme mevzusunda başarı elde edildiğini söylemek güçtür. Küresel ısınmanın orman ekosistemine tesiri artık tartışılamaz bir gerçektir. İstatistiksel olarak meydana getirilen araştırmalar, orman yangınlarının 3 ana bileşenden etkilendiğini ortaya koymuştur; ısı, rutubet (yağış) ve rüzgâr. Küresel ısınmanın sıcaklıkları ve kurak sezonları arttıracağı, yağışları dengesizleştireceği, rüzgâr yön ve şiddetinde mühim farklılıklara yol açacağı, buna bağlı olarak da gelecekte orman yangınları açısından negatif etkilerinin gözleneceği öngörülmektedir. Orman yangınları, dünyanın ve Türkiye’nin bir gerçeğidir. Son on senelik dönemdeki orman yangınları ve hektar olarak yanan alanlar, Türkiye için bu büyük problemin somut bir göstergesidir. Peki, orman yangınları bir yazgı midir? Orman yangınları bir yazgı değildir, toplumun bu konudaki farkındalığı artırıldığında, iklim krizi noktasında lüzumlu önlemler alınıp bu önlemler hayata geçirildiğinde, “iklim krizi’’ dersi müfredatta ilgili derslerin içeriğine eklendiğinde yangınlar bir yazgı olmaktan çıkacaktır. Orman yangınlarıyla yüzleşsek de ekosistemimizin ve canlılarımızın zarar görmesini en aza indireceğiz.

Sürdürülebilir organik kaynaklar, sürdürülebilir yaşam… Son dönemlerde adını sıkça duyduğumuz sürdürülebilirlik nedir? Sürdürülebilirlik; insanlığın ve yaşamın devamlılığıdır. Ekolojik dengeyi koruyarak, ekosistemin bir parçası olduğumuzu unutmadan biyoçeşitliliğin[1] ve üretimin devam etmesini sağlamaktır. Çağıl zamanda insan, kendisini ekosistemin bir parçası değil onun sahibi olarak görür hâle gelmiştir.

İlk insanoğlu için tabiat tamamen yabancı, bilinmeyen, gizemli bir yerdir. Ihtimaller içinde tehlikelerle dolu, korunulması ihtiyaç duyulan fakat hem de yaşamak için mecburi olarak ilişki geliştirilecek bir düşmandır. Bir düşmandır bu sebeple bilinmeyen şey korkuyu bununla beraber getirmiştir.

Aslolan sual; Homo Sapiens[2], organik seçim yasalarının üzerine çıkıp kendi akıllı tasarımını ortaya koyarken içinde yaşamış olduğu doğaya kendi dışındaki türlere ve onların yaşam hakkına ne aşama saygı duymaktadır? Saygı ve bununla beraber gelişen mesuliyet duygusu esasen tüm insanlık için tabiat söz mevzusu olduğunda devreye giren etik kavramlardır.

Ormanlarımız, organik kaynaklarımızın başlangıcında gelmektedir. İnsan ve öteki canlı türlerinin devamlılığı için temiz havanın ve suyun deposudur. Fazlaca sayıda nebat ve hayvan türü, ormanlarda yaşamaktadır. Yalnız bu bile ormanların “ekolojik dengede ve biyoçeşitlilikte” iyi mi bir güce haiz bulunduğunu idrak etmek için yeterlidir. Orman yoksa nefes de yoktur ve ormanları korumadan gerçek anlamda bir ülkenin geleceğinden ve biyoçeşitliliğini korumaktan öteki bir deyişle sürdürülebilirlikten bahsedilemez.

Seneler içinde orman yangınları azalmamış, bunun sebepleri ise değişkenlik arz etmiştir. Küresel ısınma ile artan hava sıcaklıkları orman yangınlarının ana sebepleri arasındaki yerini almış sadece dikkatsizlik, kaza, kasıt ve yıldırım çarpması da gene orman yangınlarının sebepleri olmaya devam etmiştir.

 “Orman Genel Müdürlüğünün 2007 tarihindeki emek harcama analizi ifade etmektedir ki: Türkiye hem organik hem de beşeri nedenlerle oluşabilecek orman yangınları için oldukça uygun koşulların bulunmuş olduğu bir ülkedir. Bununla beraber mühim bir yangın kuşağı olan Akdeniz kuşağında bulunmaktadır. Ülkenin sosyo-ekonomik koşulları ile organik koşulları da ormanların yanmasının ve yakılmasının sebepleri arasındadır. Devletimizde orman yangınlarının %97’si yaz kuraklığının yaşandığı Haziran-Kasım ayları içinde görülmektedir. Bunlardan %32’si 12.00-15.00 saatleri içinde başlamaktadır. Bu aylar ve bu saatler subtropikal[3] kuşakta bulunan Akdeniz havzasındaki tüm ülkeler için orman yangınlarının en sık görüldüğü zamanlardır. Türkiye’de görülen orman yangınlarının %88’i gündüz, %12’si ise gece saatlerinde çıkmaktadır. Bu veriler değerlendirildiğinde, ülkemizdeki orman yangınlarının nedenini büyük seviyede insanoğlunun oluşturduğu somut olarak görülür. Bu sebeple gündüz saatleri, insan aktivitelerinin en yoğun olduğu vakit dilimidir.” 

Türkiye, coğrafi konumu gereği iklim ve toprak farklılığı gösteren bir ülkedir. Bu konum, ülkemiz ormanlarındaki nebat çeşitliliğini de oldukça varlıklı kılmıştır.

Ülkemiz ormanlık alanlarının %48’ini kaplayan iğne yapraklı ağaçlar (kızılçam, karaçam…) ne yazık ki yanmaya en uygun ağaç tipleridir. Yangına karşı daha büyük direnç gösteren sedir, keçiboynuzu, kayın ağaçları orman ekonomisinde de büyük bir paya haizdir. Sedir, Akdeniz Bölgesi ve bilhassa Toroslarda; kayın, Ege ve Marmara’nın güneyinde; keçiboynuzu ise gene Akdeniz iklim kuşağında yetiştirilmeye uygun ağaçlardır.

Küresel iklim krizi ve orman yangınları noktasında toplumların duyarlılığını artırabilmek adına kimi belgesel film, film ve kitaplar dikkat çekicidir:

Into The Wild(Yırtıcı Doğaya), insanoğlunun unutmuş olduğu doğaya dönüşünü göstermesi açısından önemlidir. Büyük şehirler inşa etmiştir insan, oldukça paralar kazanmış, yüksek mevkilere gelmiştir sadece gene de mutsuzdur. Bu sebeple hep fazlasını istemeye adım atmıştır. Hikâyenin kahramanı, içinde bulunmuş olduğu dünya tarafınca daha çok yozlaşmaya maruz kalmamak adına firar etmiş ve doğaya sığınmıştır. Alaska’nın yırtıcı doğasında kahramanımız bir tek bir seyyah olarak yolculuğa çıkmamış hem de içsel bir hesaplaşma da yaşamıştır. Ve “mutluluk; uçsuz bucaksız ormanlardadır, insan elinin değmediği yerlerdedir.” ifadesi filmin en çarpıcı repliği olarak hafızamıza kazınmıştır. The Revenant (Diriliş), “Siz doğayı katlederseniz, tabiat bunun bedelini size oldukça daha fena şekilde ödetecektir.” film adeta bu fikir üstüne kurulmuştur. Paranın ulaşamayacağı şeyler vardır, insan ne kadar kuvvetli olursa olsun tabiat ananın gücü onun üstündedir. İnsanoğlu acımasızca hayvanları öldürüp postlarını çalar. Oysa çalınan bir tek postlar değildir; hayvanlardır, ağaçlardır, topraktır kısacası koca bir hayattır. Lie of Pie (Pi’nin Yaşamı), alegorik[4] bir anlatıma haiz olan öyküde; bir filikada mahsur kalmış dörtlüde sırtlan, aslına bakarsak insanoğlunun bir türlü terbiye edemediği nefsini[5] temsil eder. Orangutan ve zebrayı acımasızca öldüren sırtlan neticede daha kuvvetli kaplana yem olmuştur. Acaba onlar mı daha acımasızdır yoksa kendi çıkarları için hareket eden insan mı? The Jungle Book (Orman Evladı), orman koruyucudur, orman yaşatıcıdır, orman besler, büyütür ve o kendisine sığınana kol kanat gerer mesajı üstüne kuruludur. Hele ki bu minik bir çocuk ise orman ve içindeki canlılar onu büyütmek adına her türlü zorluğu göze alırlar. The Biggest Little Farm (En Büyük Ufak Çiftlik), çağıl dünyadaki her insana bir ders niteliğindedir. Toprak bereketlidir, sizi aç bırakmaz. Genç çiftimiz kent yaşamını geride bırakmış; toprağı ekip biçerek biyodinamik ziraat[6] yöntemiyle yepyeni kendilerine yetebilen bir ekosistem kurarlar. Çevreci üretim, zehirsiz besin yetiştirme, toprağa zarar vermeme, doğayla dost olma noktasında film mühim mesajlar içermektedir. Tomorrow(Yarın) çarpıcı bir belgesel filmidir. Bizim yaşayacağımız başka bir yeryüzü yok, dünya hepimizin evi… Belgesel, projemizin de üstünde durduğu sürdürülebilirlik, iklim krizi, çekince altındaki ormanlar kavramlarına odaklanmaktadır. Gelecek adına neler yapılabilir, oldukça geç olmadan ne şeklinde önlemler alınmalıdır maddeleri ile film, dünya üstünde bir keşfe çıkmaktadır. Planet Earth(Dünyamız), belgeselde gezegenimiz adeta dile gelip biz insanlara seslenmektedir. Dünyadaki organik dengenin bozulmasında ve ekosistemin zarar görmesinde en büyük mesuliyet insana aittir. Altı bölüm devam eden belgeselde ormanlar ve yırtıcı yaşam da gözler önüne serilmektedir. Home (Yuva), enerji, besin ihtiyacı derken insanoğlunun dünyayı iyi mi acımasızca tükettiği mevzusuna odaklanmaktadır. Only The Brave (Korkusuzlar), yangın adı minik yarattığı yıkım ise oldukça büyük… Ufak bir itfaiye ekibi yaşadıkları eyaleti yangından kurtarmak adına kendi canlılarını hiçe sayarlar. Bring Your Own Brigade (Kendi Tugayını Getir), son dönemdeki en çarpıcı belgesellerden biridir. İklim değişikliği, kontrolsüz ağaç kesimi derken yaşanmış olan büyük orman yangınları dünya ve üstündeki yaşam için en büyük tehdittir. 

Ağaçlar, insanoğlunun kent hayatından bunaldığında doğaya kaçtığı vakit buradaki ağaçların sesine kulak vermesi icap ettiğini söyler. Ağaçlar, insana dert ortağıdır; kökleriyle toprağa sıkı sıkı tutunmasıyla yaşamı simgeler; yaprakları ve meyveleriyle ise nice canı besler. Tabiat ananın İşaretlerini Okumanın Kaybolmuş Sanatı, eğer ki bir fert olarak yaşadığımız dünyaya, doğaya ve ekolojik dengeye dair kapsamlı data edinmek istiyorsak yolumuzun geçmesi ihtiyaç duyulan bir kitap olarak dikkat çekmektedir. Homo Sapiens ise biz insanları, doğaya ve canlılara verdiğimiz zarar mevzusunda acımasız yüzümüzle karşı karşıya getirmektedir.

Orman yangınları ile savaşım mevzusunda farkındalık kazanacağımız ve çaba sarf edeceğimiz tek yer toplumsal medya platformları değildir. Biz yaşanmış olan yangınlar karşısında üzülüyor, paylaşımlarda bulunuyor ve ses getirmeye çalışıyoruz sadece yangınları en aza indirme mevzusunda yada önleme noktasında daha yetersiz kalıyoruz. İlk sormamız ihtiyaç duyulan sual ise şu: Ormanlar yandığında ne olur? Küresel ısınmayla birlikte artan sıcaklıklar her ne kadar orman yangınlarındaki artış oranını tetiklese de aynı oranda yanan her ormanla birlikte boş kalan koca bir alan ısı artışını, sel, aşınma şeklinde organik afetlerin artışını tetikler. Ormanın nebat örtüsünün ve orman içinde yaşayan canlıların yok olmasıyla ekosistem ve biyoçeşitlilik büyük oranda zarar görür. Ormanın her gün ev sahipliği yapmış olduğu canlı türleri dolayısıyla büyük bir ekosistem yok olur. Bir ülkenin organik zenginliği olan ormanlarını korumak ve geleceğe aktarmak şüphesiz ki bir vatandaşlık görevidir. Kyoto Protokolü, Paris İklim Anlaşması ve Hükümetler Arası İklim Değişikliği Raporu’na dâhil olan Türkiye, iklim değişikliğiyle savaşım mevzusunda “On Birinci Kalkınma Planı” ile emin adımlar atmıştır. Ülkemizin korunması ve geleceğe aktarılması ihtiyaç duyulan zenginlikleri bir tek insan eliyle inşa edilen yapıları değildir. Bu zenginliklerden biri de ülkemizin ormanları ve bilhassa orman içindeki yaşlı ağaçlarıdır. İklim krizi ve orman yangınlarının geldiği noktadaki en büyük mesuliyet insanlara aittir. Tam da bu sebeple evlatları minik yaşlardan itibaren bu mevzuda eğitmek son aşama önemlidir. Acilen müfredata “Küresel İklim Krizi ve Çevresel Farkındalık” dersi konmalıdır. Orman mühendisliği mühim ve tanınır bir meslek hâline getirilmelidir. 

Anayasa 169. Maddesine Bakılırsa;

“Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir”, “Yanan alanların yine ormanlaştırılması ve orman olarak korunması esastır.”

Projemiz anayasanın beyanını esas almaktadır. Ormanlık alanlarda yangın kendiliğinden çıkmaz, yanıcı bir madde ve onun alev almasını elde eden tutuşturucu bir ısı gerektir. Tutuşma denildiğinde de orman yangınlarında düşük bir orana haiz yıldırım faktörü değil, insan faktörü devreye girmektedir.

  • Devletimizde fidan dikimi mevzusunda çoğu zaman toplu dikimler yapılmaktadır. Bilhassa ilköğretim ve ortaokul öğrencileri öğretmenleri eşliğinde gelip ilgili müdürlüklerden fidan türleri ve fidan dikimi mevzusunda detaylı data almaktadırlar. Fidan dikimi içinse en uygun vakit dilimi sonbahardır (kışı yumuşak geçen bölgeler için İzmir şeklinde). (Orman Bölge Müdürlüğü Yangınla Savaşım Şube Müdürlüğü ve TEMA kaynaklarından elde edilmiş bilgilerdir. ) Aşırı ısınmayla birlikte yazları yangınların sayısı artmaktadır, ormanlık alanları temiz tutarak yangınlarla mücadeleye destek olabiliriz. (Orman Bölge Müdürlüğü Yangınla Savaşım Şube Müdürlüğü ve TEMA kaynaklarından elde edilmiş bilgilerdir. ) İzmir genelinde 66 tane etken yangın gözetleme kulesi bulunmakta ve 7/24 ormanları gözlemlemektedir sadece bazı teknik sıkıntılar yaşanmaktadır (kullanılan ekipmanın eski olması şeklinde). Buradaki kişiler, vardiyalı iş yapmaktadır. Yangınları gözlemlemek suretiyle oluşturulan bu kulelerle birlikte amaç, yangına büyümeden kısa sürede karadan ve havadan müdahale etmektir.

Orman yangınlarının tespitinde en mühim görevlerden birisi yangın gözetleme kulelerinden meydana getirilen gözlemlerdir. Bu kulelerde vazife meydana getiren işçiler bir çok vakit ailelerinden ve toplumdan uzak, yangın sezonu süresince ormanları 7-24 izlemektedir. Yangın gözetleme kulesinde vazife meydana getiren işçiler zor şartlarda çalmış olduğu için, fena hava koşullarından, biyolojik çevre koşullarından etkilenmekte ve ruhsal rahatsızlıklar yaşamaktadırlar. 

Tabiat temalı kitaplar, insan tabiat ile cenk hâlinde olursa önünde sonunda kaybeden kendisi olacaktır mesajını vermektedir. Biz yaşadığımız şehrin, bölgenin, ülkenin ormanlık alanları, oradaki yaşam, nebat örtüsü ve canlı türleri mevzusunda kafi bilgiye haiz değiliz. Bu kitaplar ise gezegenimizdeki organik yaşam, yırtıcı yaşam, canlı türlerinin özellikleri, ağaç türleri mevzusunda bizlere detaylı data vermektedir. Bir çok vakit felaketleri oldukça yakınımızda olmadan ya da onları yaşayan olmadan gerektiği kadar önemsemeyiz. İrdelediğimiz filmler, gezegenimizin yardım çığlıklarını kulağımıza kadar ulaştırmaktadır. İklim krizinin bir tek gelişmiş ülkeleri değil tüm dünyayı ilgilendiren bir mesele bulunduğunun ve ormanların ekosistemin en büyük parçası olduğu gerçeğinin altını çizmektedir. Gerçek değişimi başlatmak adına harekete geçme cesaretini bizlere vermektedir. Aldığımız her iki nefesten birini ormanlara ve okyanuslara borçluyuz.

[1] Biyoçeşitlilik: Bir ekosistem, biyom yada tüm Dünya’da bulunan yaşam formlarının çeşitliliğidir.

[2] Homo sapiens: Bilge insan türüne ilişkin olduğu kabul edilen alt tür, çağıl insan. 

[3]  Subtropikal: Yağışı bolca olan ve sıcaklığı yüksek olan bölgelerde görülen bir iklimdir.

[4]Alegorik: Bir vaka, olgu yada durumun; davranışın, hissin, kavramın ya da nesnenin simge ve sembollerle anlatılmasıdır. 

[5] Nefis: Kişinin kendi öz varlığı, yaşamsal ihtiyaçlarının tümü.                              

[6] Biyodinamik ziraat: Biyodinamik ziraat, en eski ve en çevreci sürdürülebilir ziraat yöntemidir. Biyodinamik tarımın temel ekolojik prensibi, çiftliği bir organizma ve kendi kendine yeten bir varlık olarak düşünmesidir. 

(Toplam: 3, Bugün: 1 )

Leave a reply:

Site Footer